Bölüm 1
Buraya çok nadir güneş doğar. O olmasa ısınacak hiçbir şey kalmazdı. Buz hareket eder burada. Hava sislidir. Kristaller vardır yerde, cam parçaları saçılmış gibi görünen donmuş ve kırılmış su birikintilerinden ibaret olsalar da ürkütürler. Gri asfalt yer yer parçalanmış ancak tozdan görülmeyen binalar ve... İnsan görünümlü yaratıklar.
İnsanlar yok burada. İnsanlara benzeyen ancak yüzleri görünmeyen varlıklar var. Bedenleri ve şekilleri var ama karaltıdan başka bir şey değil. Ve her adımımda onlar farklı tarafta. Her nefesimde onlar kulağımda uğultu yapıyorlar. Ancak bana dokunmaksızın geçiyorlar.
Bir kolları var mı göremiyorum. Adımları nasıl ya da ayakları var mı, seslerini duyuyorum ama ağızları var mı? Ne onlar? Bu sorulara bir cevabım yok. Ve her gün aynı yerdeyim. Karanlık ve soğuk... Pencereleri zorlayan rüzgarın her fırsatında çıkardığı ıslık var. Bu beni korkutuyor. O yaratıkların uğultulu sesleri nefesimi zorluyor.
Güneş... Güneş doğmasa burada... Gerçekten de ölmüş olurdum. Bir yan odadan gelen televizyon sesi gibi bazen insanları duyuyorum. O kadının sesini duyuyorum. Pürüzlü bir erkek sesini duyuyorum. Korkuyorum. Ben... Ben güçlü değilim. Ve yine bazen güneş doğuyor. Güneş... O kadın gibi kokuyor.
Odaklan… Odaklan… Odaklan…
Yanık kokusu burnumda, sonra genzime ulaşıyor ilerledikçe nefesimden çıkarak beni terk ediyor. Kızıla yakın saçları görsem de doğru değil, burada bir insanla karşılaşmayı beklemiyorum. Biraz duygudan zarar gelmezdi. Oyalayacak herhangi bir şeyden de öyle. Birazcık şeytansı olmayı gerektirecek herhangi bir şey…
Gerekenden fazla nefes almış olmalıyım, aldığım havaya genzimin acısı karışıyor.
Biraz ağır, biraz sıkıcı bir matem üzerimde yükselirken duyguların haricinde bir olay göremiyorum. Gözlerim dahi aramazken şarkı seslerine uzanıyor ellerim.
Soğuk betonda çıplak ayaklarımı hissediyorum. Sese yöneliyor aklım…
Şairane bir ses ki öyle farklı, öyle emredici, öyle otoriter ve öyle güçlü… Sanki tüm arzularını gören kişi belki de Tanrı. Her dediği emir, her sözü kader olan kişi… Dudakları yok ama konuşuyor.
“Sabreden insanlardan değiliz!”
Kolları dolandı boynuma, göremiyorum ama hissediyorum. Aldığım duyudan da emin değilim ama var. O gerçek, var.
“Değiliz.” Diyorum.
Saçları çenemin altında biterken bekliyorum. Nefesini üflüyor üzerime.
“Bu sefer planları değiştirelim.”
Değiştirecek olan kendisiydi, bir de soruyor. Acı acı gülümsüyorum. Acaba nasıl biriyim? Biliyor mudur? Plan dediği şey de ne? Ama emri ne olursa uyacakmışım gibi hissediyorum. Uymam gerekirmiş gibi. Bu varlığımın sebebiymiş gibi...
Buraya çok nadir güneş doğar. O olmasa ısınacak hiçbir şey kalmazdı. Buz hareket eder burada. Hava sislidir. Kristaller vardır yerde, cam parçaları saçılmış gibi görünen donmuş ve kırılmış su birikintilerinden ibaret olsalar da ürkütürler. Gri asfalt yer yer parçalanmış ancak tozdan görülmeyen binalar ve... İnsan görünümlü yaratıklar.
İnsanlar yok burada. İnsanlara benzeyen ancak yüzleri görünmeyen varlıklar var. Bedenleri ve şekilleri var ama karaltıdan başka bir şey değil. Ve her adımımda onlar farklı tarafta. Her nefesimde onlar kulağımda uğultu yapıyorlar. Ancak bana dokunmaksızın geçiyorlar.
Bir kolları var mı göremiyorum. Adımları nasıl ya da ayakları var mı, seslerini duyuyorum ama ağızları var mı? Ne onlar? Bu sorulara bir cevabım yok. Ve her gün aynı yerdeyim. Karanlık ve soğuk... Pencereleri zorlayan rüzgarın her fırsatında çıkardığı ıslık var. Bu beni korkutuyor. O yaratıkların uğultulu sesleri nefesimi zorluyor.
Güneş... Güneş doğmasa burada... Gerçekten de ölmüş olurdum. Bir yan odadan gelen televizyon sesi gibi bazen insanları duyuyorum. O kadının sesini duyuyorum. Pürüzlü bir erkek sesini duyuyorum. Korkuyorum. Ben... Ben güçlü değilim. Ve yine bazen güneş doğuyor. Güneş... O kadın gibi kokuyor.
Odaklan… Odaklan… Odaklan…
Yanık kokusu burnumda, sonra genzime ulaşıyor ilerledikçe nefesimden çıkarak beni terk ediyor. Kızıla yakın saçları görsem de doğru değil, burada bir insanla karşılaşmayı beklemiyorum. Biraz duygudan zarar gelmezdi. Oyalayacak herhangi bir şeyden de öyle. Birazcık şeytansı olmayı gerektirecek herhangi bir şey…
Gerekenden fazla nefes almış olmalıyım, aldığım havaya genzimin acısı karışıyor.
Biraz ağır, biraz sıkıcı bir matem üzerimde yükselirken duyguların haricinde bir olay göremiyorum. Gözlerim dahi aramazken şarkı seslerine uzanıyor ellerim.
Soğuk betonda çıplak ayaklarımı hissediyorum. Sese yöneliyor aklım…
Şairane bir ses ki öyle farklı, öyle emredici, öyle otoriter ve öyle güçlü… Sanki tüm arzularını gören kişi belki de Tanrı. Her dediği emir, her sözü kader olan kişi… Dudakları yok ama konuşuyor.
“Sabreden insanlardan değiliz!”
Kolları dolandı boynuma, göremiyorum ama hissediyorum. Aldığım duyudan da emin değilim ama var. O gerçek, var.
“Değiliz.” Diyorum.
Saçları çenemin altında biterken bekliyorum. Nefesini üflüyor üzerime.
“Bu sefer planları değiştirelim.”
Değiştirecek olan kendisiydi, bir de soruyor. Acı acı gülümsüyorum. Acaba nasıl biriyim? Biliyor mudur? Plan dediği şey de ne? Ama emri ne olursa uyacakmışım gibi hissediyorum. Uymam gerekirmiş gibi. Bu varlığımın sebebiymiş gibi...
Gökyüzü benden habersiz kararırken ısınacak bir şeyler arıyorum. Üşüyorum. Kokuyu istiyorum ama sesin sahibinden çekiniyorum.
Boğazımdan ses gelmiyor ama bağırıyorum.
"Hayattayım. Kurtarın beni! Çıkarın bu lanet yerden... Neredeyim ben? Bilen var mı?"
Bölüm sonu notu: Amaçsızca yazılmış bir öykü olup sonu ya da başı belli değildir :)
Hayattayım