Bölüm notları,
Başlamadan önce yeni bir karakter hakkında bilgi vereyim. Bu Nita'mız. Adı zehirli bir mantarın latincesinden (Amanita phalloides) geliyor. Daha sonra detay veririm ilerleyen bölümlerde de karşılaşacağız gibi görünüyor. Oturdum boş durmadım keçeli kalemlerle Nita'yı da çizdim ^^
Bölüm 16Nehir kaybolmuş ruhlar ile dolup taşıyordu. Hızla düşen damlalar şeffaf bedenlerini yara yara ilerlerken, mavi çiçekler ile bezeli sunak nehri bir ziyaretçi barındırıyor, rengarenk gökyüzü misafire aldırmadan nehir ile suyunu kavuşturuyordu.
Ruhlar belirsiz bir renkle savruluyor, soğuk nefeslerini yağmura üflüyorlardı. Cümleleri olmayan ama harflere sahip bir mırıldanma, her ruhtan ayrı ayrı yükseliyor, tek bir anlamda yalvarıyordu. Kurtuluşlarını isteyen ve acılarını haykıran ruhlar üzücü bir melodi için bir ağız olmuşlardı. Özgürlüklerini isteyen ve zulümden bahseden bir melodi...
"Yeni gelecekler için sabırsızlanıyorlar. Bence fazla acımasızlar."
Elleri istemsizce nehre dokundu. Yağmur damlaları nehirdeki yansımasını bozuyordu. Dinleyen herkesin hissedeceği derin bir matem tapınağın her yanında hissediliyordu. Ancak tapınakta tek bir kişi korkusuzca bekliyordu. Bekleyen, yağmurun ışığının altında yağmurdan daha ışıltılı, daha güzeldi. Saçları ıslanmıştı, görünüşte o kadar narindi ki soğuktan titremesi gerekirdi ancak bir heykel gibi sabit duruyordu.
"Belki de kurtaracak hem sizi hem de beni? Merak etmiyor değilim. Acaba ne zaman tekrar göreceğim onu?"
Tapınak ilginç mimarisinin verdiği tüm ihtişamıyla, huzursuz ruhların evi olan sunak nehrinin hemen yanındaydı. Tapınağın ilk sunakları, eski dönemin en güçlü büyücüleri olduğu için hem tapınak hem de nehir aynı isimle anılır olmuştu. Sunak nehri, sunak tapınağı...
Tapınağın heykelleri yağmurun renklerine inat bembeyazdı. Taştan rahibeler ilk verilen sunağı anmak amaçlı dikilmişti. Hepsinin yontulmuş baş örtüsü, utançlarını gizleyecek şekilde gözlerini kapatıyordu. Çünkü ilk verilen sunak, bir prenses olmuştu. Çaresizliklerini gösteren şekilde elleri yüzlerinde idi. Belki de hepsi ağlamıştı o ilk kadından vazgeçilirken.
Savaşı ve yenilgiyi anlatan sesler yükselmeye başladı ruhlardan, unutulmuş bir sese yöneldiler. Korkutucu olmasının yanında huzur veren bir kadın sesi eşlik ediyordu onlara. Saya daha önce çok duymuştu şarkılarını. Devam etmişti onlarla...
“Yağmurun zamansızlığı aslında bir şeyi daha iyi fark etmemi sağladı. Era ve sunak nehri geleceğimizi biliyordu.”
Zess’in uzaktan geliyormuş gibi güç duyulan sesine Rabi cevap vermek istedi. Bir süre sessizliğe karıştı sonra kendini toparlayarak konuştu.
“Sakin kalamadığım için düşünemiyorum. Sakin kalmak için büyü kullanacak olsam, o ufacık büyü bile yağmurun bizi hissetmesine neden olabilir.”
Zess, duruma hiç uygun olmasa da gülmeye başladı. Belki de bunu herkesi biraz rahatlatmak için yapıyordu. Gözleri kahkahasına çok sonra eşlik etti. Planlanmış bir kahkahaydı.
“Aslında tavsiye verme meraklısı birini tanıyorum. Bu durumda bile heyecanlı konuşabilecek tek kişi var.”
“Hayır, hayır”, Rabi bir kez daha kafasını salladı, “Hayır!”. Sonrasında bir şeyleri hatırladı ve kusacak gibi oldu. Midesini tuttu ve “Nita olmaz” dedi. Rabi'nin Bensurayı unutması için anahtar kişi buydu işte. Nita...
Amber, sessizliğini bozdu. Yüzü hareketlendi.
“Nita’yı nerden tanıyorsunuz? Onun konumlandığı bölge benim sınıfıma yakın, o da size çok uzak…”
Zess, Amber'a yaklaştı. Rabi'yi göstererek elini havada şöyle bir savurdu.
“Rabi ve midesinin epey uzun bir dostlukları var.”
Zess muhabbetin Bensuradan uzaklaşmasını sağlamaya çalışmış, biraz daha rahatlamış bir şekilde devam etti konuşmaya. Gözbebekleri loş ışıkta daha büyük görünüyordu. Bu yüzüne daha çekici bir hava katıyordu. Devam etti konuşmasına ve bu sefer gerginliğinden eser yoktu.
“Nita güzel yemek yapar. Ama Rabiyi görünce sürekli yemek yapar.”
Rabi sözün devamını getirdi.
“Hepsinin de tadına bakmamı ister. Çocukken o kadar şişmanlamıştım ki ihtiyar antrenmanlarımı üç katına çıkartmıştı.”
Amber gözlerini devirdi.
“Çocukluk aşkları yani… Başka zaman olsa uzun uzun dinlemek isterdim, gerçi hayır, o zaman da dinlemek istemezdim. Tavsiye konusuna gelirsek, onun buraya gelmesi uzun zaman alır, kaldı ki vereceği tavsiye... Nita’dan bahsediyoruz burada…”
Zess biraz odada dolandı. Nita'nın tavrını taklit etmeye çalışarak konuştu.
“Muhtemelen aynen şöyle sesini kalınlaştırır, eline bir kalem alarak herhangi bir yere bir şeyler çizmeye başlardı. Çözüm bulana ya da başka bir şey daha çok dikkatini çekene kadar da durmazdı. Sürekli ertelediğimiz konuşmayı bugün tamamlayalım. Elimizdeki bilgileri dökme zamanı.”
Zess bunları söylerken bir kalem buldu.
“İşte maddeler…”
Muhabbetin sonlarına doğru odada kalem tarafından çizilmemiş bir yer kalmamıştı. Amber’ın hatırladığı kadarıyla Era’nın tüm güçleri ve nasıl bir karşılık verileceği düşünülmüştü. İlk defa grup olarak plan yapıyorlardı.
Gençlerin ortak kanıda oldukları nokta, zamansız yağan yağmurun Era ile ilgili olmasıydı. Prensesin varlığından haberdar olmadıklarını umuyorlardı. Çünkü Rabi ile Zess daha önce Azul tarafından incelenmiş olduğu için Era’ya sürpriz olabilecek tek kişi Amber’dı.
Era muhtemelen büyüden beden almamış birini beklemiyordu. Üç imkânsız mühürden birisi daha önce hazırlanmış olması, diğerlerinin de hazırlanabileceğini düşündürüyordu. Eğer ki bunlardan birisi olsaydı hangisi olurdu? Mühürler konusunda en bilgili olan kişi olduğu için, Amber konuştu.
“Sudan mührü hazırlanmasının son aşamasında dağılmış büyü parçaları ister. Yağmur onun için bu ortamı hazırlıyor. Sudan mührü ile karşılaşacağımız kesin bir kere. Dua edelim de çark mührü olmasın. Çark mühründe her şey tersine döner. Beden ve ruh yer değiştirir. Beden görünmez olurken, ruh serbest kalır. Büyü bir bıçakla soyulur gibi bedenden sıyrılır. Ancak o, yer altında ölüler ile hazırlanır. Ve bu bildiğim kısmı. Çark mührü iki farklı yeteneğe daha sahip bir mühür...”
Rabi kalemi Zess'ten alarak Çark'ın üzerini çizdi ve cevap verdi.
“Bensura ile tüm ölülerin nehirde toplandığını düşünürsek çark mührü yapılmış olamaz.”
Zess, “Saat mührüne hepimizin bağışıklığı var. Bu durumda, sudan kalıyor geriye.” dedikten sonra tüm bakışların kendisinde toplanması üzerine bir anlığına şaşırdı ve devam etti.
“Bir illüzyonistin açıklama yapmasını beklemeyin, mühür sınıfından büyüler hakkında pek bir bilgim yok.”
Amber dudaklarını büzdü, havaya üfledi.
“Beni bu dertten kurtarırsın sanıyordum. Sudan mührü, tüm bedenler için zehirdir. Ancak en çok büyüden beden alanlara zarar verir. Hedef olarak odaklandığı yere mutlaka ulaşır."
***
Yüz kasları o kadar hareketsizdi ki Zess'in konuştuğunu anlamak zor oluyordu. Gözlerinde hafifçe yükselen belirsiz bir duygu vardı. Dudakları rengini kaybetmiş, ince bir çizgi halinde kıpırdandı.“Yağmurun zamansızlığı aslında bir şeyi daha iyi fark etmemi sağladı. Era ve sunak nehri geleceğimizi biliyordu.”
Zess’in uzaktan geliyormuş gibi güç duyulan sesine Rabi cevap vermek istedi. Bir süre sessizliğe karıştı sonra kendini toparlayarak konuştu.
“Sakin kalamadığım için düşünemiyorum. Sakin kalmak için büyü kullanacak olsam, o ufacık büyü bile yağmurun bizi hissetmesine neden olabilir.”
Zess, duruma hiç uygun olmasa da gülmeye başladı. Belki de bunu herkesi biraz rahatlatmak için yapıyordu. Gözleri kahkahasına çok sonra eşlik etti. Planlanmış bir kahkahaydı.
“Aslında tavsiye verme meraklısı birini tanıyorum. Bu durumda bile heyecanlı konuşabilecek tek kişi var.”
“Hayır, hayır”, Rabi bir kez daha kafasını salladı, “Hayır!”. Sonrasında bir şeyleri hatırladı ve kusacak gibi oldu. Midesini tuttu ve “Nita olmaz” dedi. Rabi'nin Bensurayı unutması için anahtar kişi buydu işte. Nita...
Amber, sessizliğini bozdu. Yüzü hareketlendi.
“Nita’yı nerden tanıyorsunuz? Onun konumlandığı bölge benim sınıfıma yakın, o da size çok uzak…”
Zess, Amber'a yaklaştı. Rabi'yi göstererek elini havada şöyle bir savurdu.
“Rabi ve midesinin epey uzun bir dostlukları var.”
Zess muhabbetin Bensuradan uzaklaşmasını sağlamaya çalışmış, biraz daha rahatlamış bir şekilde devam etti konuşmaya. Gözbebekleri loş ışıkta daha büyük görünüyordu. Bu yüzüne daha çekici bir hava katıyordu. Devam etti konuşmasına ve bu sefer gerginliğinden eser yoktu.
“Nita güzel yemek yapar. Ama Rabiyi görünce sürekli yemek yapar.”
Rabi sözün devamını getirdi.
“Hepsinin de tadına bakmamı ister. Çocukken o kadar şişmanlamıştım ki ihtiyar antrenmanlarımı üç katına çıkartmıştı.”
Amber gözlerini devirdi.
“Çocukluk aşkları yani… Başka zaman olsa uzun uzun dinlemek isterdim, gerçi hayır, o zaman da dinlemek istemezdim. Tavsiye konusuna gelirsek, onun buraya gelmesi uzun zaman alır, kaldı ki vereceği tavsiye... Nita’dan bahsediyoruz burada…”
Zess biraz odada dolandı. Nita'nın tavrını taklit etmeye çalışarak konuştu.
“Muhtemelen aynen şöyle sesini kalınlaştırır, eline bir kalem alarak herhangi bir yere bir şeyler çizmeye başlardı. Çözüm bulana ya da başka bir şey daha çok dikkatini çekene kadar da durmazdı. Sürekli ertelediğimiz konuşmayı bugün tamamlayalım. Elimizdeki bilgileri dökme zamanı.”
Zess bunları söylerken bir kalem buldu.
“İşte maddeler…”
Muhabbetin sonlarına doğru odada kalem tarafından çizilmemiş bir yer kalmamıştı. Amber’ın hatırladığı kadarıyla Era’nın tüm güçleri ve nasıl bir karşılık verileceği düşünülmüştü. İlk defa grup olarak plan yapıyorlardı.
Gençlerin ortak kanıda oldukları nokta, zamansız yağan yağmurun Era ile ilgili olmasıydı. Prensesin varlığından haberdar olmadıklarını umuyorlardı. Çünkü Rabi ile Zess daha önce Azul tarafından incelenmiş olduğu için Era’ya sürpriz olabilecek tek kişi Amber’dı.
Era muhtemelen büyüden beden almamış birini beklemiyordu. Üç imkânsız mühürden birisi daha önce hazırlanmış olması, diğerlerinin de hazırlanabileceğini düşündürüyordu. Eğer ki bunlardan birisi olsaydı hangisi olurdu? Mühürler konusunda en bilgili olan kişi olduğu için, Amber konuştu.
“Sudan mührü hazırlanmasının son aşamasında dağılmış büyü parçaları ister. Yağmur onun için bu ortamı hazırlıyor. Sudan mührü ile karşılaşacağımız kesin bir kere. Dua edelim de çark mührü olmasın. Çark mühründe her şey tersine döner. Beden ve ruh yer değiştirir. Beden görünmez olurken, ruh serbest kalır. Büyü bir bıçakla soyulur gibi bedenden sıyrılır. Ancak o, yer altında ölüler ile hazırlanır. Ve bu bildiğim kısmı. Çark mührü iki farklı yeteneğe daha sahip bir mühür...”
Rabi kalemi Zess'ten alarak Çark'ın üzerini çizdi ve cevap verdi.
“Bensura ile tüm ölülerin nehirde toplandığını düşünürsek çark mührü yapılmış olamaz.”
Zess, “Saat mührüne hepimizin bağışıklığı var. Bu durumda, sudan kalıyor geriye.” dedikten sonra tüm bakışların kendisinde toplanması üzerine bir anlığına şaşırdı ve devam etti.
“Bir illüzyonistin açıklama yapmasını beklemeyin, mühür sınıfından büyüler hakkında pek bir bilgim yok.”
Amber dudaklarını büzdü, havaya üfledi.
“Beni bu dertten kurtarırsın sanıyordum. Sudan mührü, tüm bedenler için zehirdir. Ancak en çok büyüden beden alanlara zarar verir. Hedef olarak odaklandığı yere mutlaka ulaşır."
Amber elinde hayal bir taş varmış gibi fırlattı. Taşın havada patladığından ve en son hedefinde yeniden birleştiğinden bahsetti. Rabi ve Zess dikkatle ağzından çıkan her kelimeyi ezberliyor görünüyordu. Rabi'nin dalgın olmadığı nadir anlardan biri diye düşündü Amber. Bir yandan da aklına bu ikilinin üzerinde bu kadar etki bırakan Nita konusunda daha sonra konuşmayı kazıdı. Devam etti.
"Büyüyü kullanan kişinin önünde bir engel olup olmaması hiçbir şeyi değiştirmez. Çünkü aktifleştiği anda hedeflendiği yerde başlayan bir büyü bu. Kan dolaşımı ile düşüncelerinin en yakın olduğu yere dokunur. Dokunduğu anda kimsenin kurtulamayacağı bir hasar bırakır. En şanslı olan kişinin, tüm duyguları değişir. Genelde en az hasar alanlar büyü yeteneği olmayan sıradan insanlardır. Değişen duygulara taşın sahibi karar verir. En şanssız ise ölür.”
Rabi meraklı bakışlar ile sordu.
“Bu durumdan ben neden etkileniyorum?”
“Çünkü Rabi, sudan mührünü sen dahi kıramazsın. Hiç kimse kıramaz. Mührün hazırlandığı kutsal taşlar, büyü ile sıkışıp küçük bir taşa dönüşür. Büyü kullanacak kişinin etrafında üç ayrı çember belirdikten sora o küçük taşı fırlatması yeterli. Üç çember hazırlanması için dakikalar gerekiyor. Taş kaybolup hedefin üzerinde bitiyor ve kafası ile gövdeyi pürüzsüz bir şekilde ayırıyor. Etkilenen kişi patlarken etrafına kılıç kadar keskin parçalar saçıyor. Ve dahası sonrasında büyü kullanacak kişinin eline geri dönüyor.”
Zess sudan mührüne karşı bir çözüm olabileceğinden bahsetti.
"Eğer ki demircinin dediği doğruysa benim illüzyonlarım farklı... Sahte ve gerçek olanı..." Bunu söylerken iki elini havada ve birbirinden ayrı tutuyordu, onları birleştirdi devam etti.
"Ortak bir noktada birleştirebiliyor. Büyü süresince gerçek olan da sahte olan da bir oluyor. Tıpkı tüm acıları aynen hissetmen gibi. Algı bozmuyor, bunun yerine gerçekten o sahneleri yaşatıyor. Demircinin dediğine güveniyorum. Ben gerçekten Azul'a karşı öldüğümü hissetmiştim. Ancak büyü bittiğinde birden var olmuştum. Sudan'a karşı benim gücüm işe yarayabilir."
Amber gördüğü bildiği her şeyi anlattı. Eranor'un yasak büyüsünün Bensuradan dolayı onu öldürmeyeceği kanısına vardılar. Amber halen daha ustasının büyülerini kullanıyordu. Bunun sebebi ona olan büyük saygısıydı. Bu onun için büyük bir dezavantajdı.
Bütün geceyi onların konuşmaları alırken, Rabi'nin gözleri, sabah olması ve yağmurun sonlanmasıyla sızlamaya başladı. Bensura bir hafta gece, bir hafta gündüz yağardı. Amber yağmur tamamen kesilince şifa vermek amaçlı Rabi'ye yaklaştı. Gözüne dokunduğu anda bir şeylerin farklı olduğunu anladı. Rabi'nin iyileşen gözü onun da hayallerine dahil olmasına neden olmuştu.
Karanlık bir geçmişe sürüklendi. Rabi'nin en kötü anısına gittiğinin farkında değildi. Sunak tapınağının beyaz mermerlerinin üzerindeki sütunlarda asılı cesetler vardı.
Küçücük bir çocuğun, tüm kalabalığın arasından sıyrılarak, yara bere içerisindeki annesine doğru koştuğunu gördü. Annesi nefes alsa da ölüm ondan çok uzak değildi. Dizleri üzerine çökmüş kadının boynuna doladı kollarını. Küçük çocuğun annesinin sıcak nefesini hissetmesi, onu bu halde görmesi içinin parçalanmasına, gözyaşlarının dolup taşmasına neden olmuştu.
"Annem o benim... Annem. O size ihanet etmedi. Lanetin sebebi değil. O sadece annem benim."
Kahin güldü.
"Demek annen..."
Kahin güldü. Kahkahaları çocuğun hıçkırıklarını bastırdı.
"Ben ki güneş kâhini, ben ki kendi iblisini aydınlığa çeviren, ben ki asırlık bilginin
saklandığı zihin... Doğruyu sen mi bileceksin?”
Kahin etrafındakilere kadını çözmelerini emretti. Çocuk teşekkür ederken ağlıyordu. Kahin çalgısına dokundurdu ellerini. Çocuk korkuyla kaçmaya çalıştı. Sonrasında Amber daha fazla bakamadı. Sadece Rabi'nin çığlığını duydu. Kahin bir lanet göndermişti üzerine. Annesi ile beraber çocuğunun da ölmesini sağlayacak kadar güçlü bir büyüydü bu.
Amber bağırıyordu. Ağzına gelen küfürleri saysa da varlığı bir anıyı değiştirmiyordu. Sesi duyulmuyordu. Yanında küçük bir çocuğun koşturduğunu gördü. Çok geçmeden küçük kız efsane ustalardan birine, ihtiyara çok benzeyen biriyle döndü. Kızı gördüğü anda onun kim olduğunu çözmüştü. Amber ihtiyarın hiç farklı olmadığını düşünerek, bir an şaşırsa da kendini toparladı. Yani ihtiyar hep yaşlı değildi ya.
Amber son kez baktı, muhafız kadının yüzüne. Kendisini o mahvolmuş haline rağmen oğluna siper etmişti. Güzel yüzü parçalanıyordu. Amber yüzün sahibinin bu kadar tanıdık olacağını, Rabi'nin bu kadar annesine benzemesini beklemiyordu. Rabi'nin etrafını saran siyah timsahlar tüm laneti kırıyor, dağılan büyü parçalarını yiyordu. O anda etrafı bir toz bulutu sardı. Sonrasında meydanda sadece muhafızın cesedi kaldı.
***
Amber düşüncelerini odakladı. Gördüğü rüyanın etkisindeydi. Saya'nın kim olduğunu tahmin etmişti. Kız kardeşi olmasını umuyordu. Bu benzerlik başka hiçbir şeyle açıklanamazdı. Ama neden saya ona sürekli sevgilim diye hitap ediyordu? Bunu sunak nehrinin ona etki etmesinden ötürü olacağını düşündü. Rabi'nin başka rüyalarını daha görmüştü. Onun için bulanık olan rüyaları kendisi için oldukça netti. Saya'nın onu sunak nehrinde bekleyeceğini söylediğinden emindi. Rabi bir şekilde rüyalarında geleceğe dair kırıntılar da görüyordu çünkü. Düşündükçe tekrar geriliyordu.
'Ben... Ne Rabi gibi Krallığın en eski büyüsüyle Ne de Zess gibi sürprizlerle dolu yeteneklere sahip olarak doğdum. En en şanlı soyun, en zavallı bireyi olmakla cezalandırıldım. Rakiplerimi şaşırtacak hiç bir güce sahip değilim. Genç yaşımda, asırlık birikimlere sahip düşmanlarla karşı karşıyayım. Yanımda, yakınımda, çevremde kim olursa olsun güvenemem. Ve etrafımda olanların öldürülme sebebi, onlar için esas tehlike de benim. Kendi ustamı öldürmekle görevlendirildim. Dahası bir krallığı kurtarmam, binlerce acı çeken ruhu azat etmem ve sunak nehri iblisiyle yüzleşmem gerek.'
Tüm bu düşünceleri bittiğinde Zess ve Rabi'yi karşısına alarak konuştu.
"Ne dersiniz? Aslında prenses olarak emretmeye hakkım var. Fikrinizi umursamıyorum. Saya'nın peşinden gidin. O sunak nehrinin yanında. Onu bulacağınızdan eminim. Era ise benim avım!"
Amber'ı tüm koydukları plana bu kadar güvensiz oluşu Rabi ile Zess'i fazlasıyla sarsmıştı. Aynı zamanda Amber kendine daha fazla güvenmeye çalışıyor görünüyordu. Ancak onlar daha tepki veremeden azizler ortaya çıktı. Prensesin emri olmadan görünür oldular. Azize şefkatle yanına yaklaştı. Elini şaşkın bakışların eşliğinde Amber'ın omzuna koydu ve o konuştu ilk olarak.
"Krallığımızda hükümdarlar asla kararlarını tek başlarına almamışlardır."
Azizenin berrak sesinin ardına ikincinin boğuk ve cesaret dolu sesi yankılandı. Gözleri bile güç veriyordu. İhtişamlı duruşu geniş omuzları Kır saçlarına rağmen genç ve pürüzsüz yüzü ile tam bir savaşçıydı. Amber onun tavrını ihtiyara çok benzetmişti. Tüm görünümüne rağmen sevecen bir yanı olduğu hissediliyordu çünkü.
"Prenses olduğunuzu düşünerek hareket edin. Tüm krallığın umudunu yok etmekten çekinmeniz ve öncelikli olarak kendinizi korumanız gerek."
"Krallığın durumu nedeniyle öğrenmediğiniz konuların konuşulması lazım. Kendi rütbelilerinizi seçecek kadar büyüdüğünüzü düşünüyoruz. Bu durum hakkında zamanı geldikçe daha da anlatacağız. Anladığımız kadarıyla yedi kişiden ikisi çoktan seçilmiş durumda."
Amber bu durum üzerine sessizliğini korurken, Rabi ve Zess çoktan kabul ettiklerini söylediler. Yeminlerini sunmak üzere önünde eğilmişlerdi. Amber dostlarına bu sorumluluğu yıkmak istemese de kendileri bunda tereddüt etmiyorlardı. Saklı büyüler ve illüzyon sınıfları tamamlanmıştı. Geriye beş ayrı sınıf kalıyordu. Bu konuda kahinin rütbelilerini yenecek kadar güçlü ve bağımlılık yemini edecek kadar gözü kara beş kişi daha seçilmeliydi. Azizler durumu göz önüne alarak yemin ritüelini daha sonraya ertelediler.
Bir ay içerisinde Bensura bitecek ve ardına lanetin ölümleri başlayacaktı. Her şey bu sene içerisinde olup bitmeliydi. Daha fazla ölüm olmaması için daha fazla beklemek istemiyorlardı.
Uzun yolculuklarının sonunda Era'nın yanına gelmişlerdi. Onun haberi olmadan bulunduğu bölgeye ulaşmak bile imkansızdı. Evine doğru yaklaştıklarında çok gecikmeden Eranor kendisini gösterdi. Misafir ağırlıyor gibi görünüyordu.
Uzun yolculuklarının sonunda Era'nın yanına gelmişlerdi. Onun haberi olmadan bulunduğu bölgeye ulaşmak bile imkansızdı. Evine doğru yaklaştıklarında çok gecikmeden Eranor kendisini gösterdi. Misafir ağırlıyor gibi görünüyordu.
"Merhaba. Renk ayında bir muhafızın evine geldiğinize göre aklınız başınızda değildi sanırım. Bir şeyler mi arıyordunuz? Belki bunlara bakıyorsundur."
Era elindeki iki yüzüğü ayaklarının önüne fırlattı. Amber yakın arkadaşlarının yüzüklerini görünce şaşkına döndü. Eranor gülümsedi. Ruhsuz bakışları sırayla her birinin üzerinde gezindi.
"Bunlar hanginize ait? Kalanı kokmaya başladığı için imha ettim. Zaten değersiz görünüyorlardı."
Amber yüzüklerin sahiplerinin öldüğüne inanmak istememişti. İki yakın arkadaşı ölmüştü. Casuslukta mükemmel seviyedeydi o çift. Yüzüklerini takarlarken o gülümsemeleri halen daha tazeyken ölmüş olmaları çok acıydı.
Era hızlanarak ilerledi. Savaşın çetin olacağını düşünmüş olsa gerek geniş bir alana konumlandı. Merakla onların başlamasını bekliyordu.
Ruh Bedene Şekil Verdi 16