10 Ocak 2014 Cuma

Ruh Bedene Şekil Verdi Bölüm 15



Rütbelinin yarattığı duvarların içerisinde havaya kan tadı karışırken dışarısının da bir farkı yoktu. Rütbeliler yalnız gelmemiş, onlarca korkunç yaratığı da alana getirmişti. Efsane ustalar isimlerine yakışır şekilde onları yok etmekte hiç zorlanmamışlardı.

Alan yaratıklardan temizlendikten sonra üçüncü ellerini gözlerine değdirmiş, küçük ıslak damlaları havada tutmuş ve büyümelerini sağlamıştı. Bu sayede bir ayna gibi içeride olan biteni izlemişlerdi. Üç eğitmenin kendi aralarında tartışmaları içerideki arbede kadar uzun sürmüştü.

Öğrencilerin zayıflıklarını görebiliyorlardı, gençlerin aralarındaki kopukluk ve iletişim eksikliği barizdi. Üç tane yalnız kurt bir araya şans eseri gelmiş, beraberlik ruhu yoktu. Herkes kendi planını uyguluyor, bunu yaparken hiçbiri diğerine güvenmiyordu.


“İçlerinde sönük kalıyor. Hançerlerin bilmecesini çözse de zekası ve hırsı, asla savaş için yeterli gelmeyecek.”

Dedi birinci. Amber’ı kastediyordu. İhtiyar kafasını neden isteyen gözlerle bakarken, üçüncü açıklama gereği duydu.

“Çünkü onda yaradılıştan sahip olunması gereken bir şey eksik… O bir büyüden beden almış değil.”

İhtiyar inatla Amber’ı savunuyordu.

“Prensesin yetenekleri pek çok büyücünün ötesinde… Hem azizleri hem de hançerleri tam olarak kullanmaya başlaması an meselesi. Yaşına göre-”

Birinci sözün devamını biliyordu. Dinlemek yerine konuşmayı seçti.

“Ancak sıradan biriyle kıyaslarsan güçlü olduğunu söyleyebilirsin. Soylular arasında güç farkı çok açık. Büyüyü uzun süreli kullanması için ihtiyacı olan enerjinin, hemen tükeniyor olması... Bu eksiklik hançerleri kullanmasına dahi izin vermeyecektir. Onun varisliğini kabul etmek sadece o kızı ölüme götürmek olur.”

İhtiyar dostunun bu hararetle yenilgiyi beklediğini söylemesine şaşkın bakışlarla cevaplıyordu. Onun için Amber'ın kaybetmesi tamamen yenildiklerini ifade ederdi. Ne olursa olsun onun yaşıyor olması halen daha umudun varlığı ile eşdeğerdi.

“Rütbelilerden bahsetmezken, ihtiyarın öğrencilerini göz önüne alırsak bile Amber etkinlik gösterecek düzeyde değil. Rabi, kraliyetin en eski büyüsünü kullanıyor. Zess ise zaten bir illüzyonist ve sahip doğrayanı dahi ehlileştirmiş bir büyücü. Zess bununla da kalmıyor, rütbelilere ve büyü kıran Rabi’ye hayal gösterdi.”

Üçüncü son cümlesiyle şunu vurguluyordu, bir illüzyon asla daha güçlü bir büyücüde işe yaramazdı. Büyü kıran birindeyse güç farkı çok fazla olmadıkça etki edemezdi. Tabi Zess illüzyonu bu yüksek ölçüde kullanmak için Axis’in büyü güçlerini ödünç almıştı. Kendi enerjisine kılıcın gücünü eklemiş, rütbelilere denk bir güce sahip olmuştu. Yani en başından beri güçsüz olan beyaz kılıç, Azul’un Zess sanarak saldırdığı kendisi değil, Axis’ti.

İhtiyar gözlerini kıstı. Prensesin sözler ile savunmaya ihtiyacı yoktu. Çünkü Amber sıradan bir insan bedeninde doğmuş olsa dahi, insan sınırlarına sahip değildi. O gerçek bir canavardı. Bedenini zorlaması gereken hareketleri eğer mecbursa tereddütsüz yapar, zerre endişe duymazdı.

“Bir kere de Amber’a yetersiz olduğunu söylemeyi denesene? Şu an benim onda görebildiklerimi göremiyorsunuz. Ama o kendini ispatlama gereği duymayacak kadar çabuk güçlenecek.”

“Doğuştan eksik yaratılsa dahi mi?” birinci düşüncelerini saklama gereği duymadan, ihtiyarı karşısına alarak üçüncüyü destekledi. “Era bu rütbeliler gibi oyuna gelmeyecektir.”

İhtiyarın sabrı taşıyordu, başlardaki tatlı muhabbetten eser kalmamıştı. Konuşmanın seyri ses yükselmesiyle devam ediyordu.

“Rütbelilerin oyuna geldiklerini mi sanıyorsun?”

İhtiyar bir gerçeği açıklayacaktı* ancak bu sırada üçüncü içerideki savaşın sonlandığını söylemişti. Bu da gitmeleri gerektiğini gösteriyordu.

Duvarlar yıkılıyordu ve yorulan öğrencilerin enkaz altında kalmaları mümkündü. Birinci rüzgar mührünü kullanarak havayı devasa bir kırbaçmışçasına savurdu. Yüksek hızlı rüzgar, duvarlardan bir aralık yaratmıştı. Öğrencilerin bunu değerlendirip çıkması da çok sürmemişti. Bu esnada iki efsane usta alandan kaybolmuştu.

İhtiyar yerdibi sarayından çıkmak yerine alt katlarda kendine ayrılan ancak hiç kullanmadığı odasına yöneldi. Aklında zincirin kırılan halkasının çıkarttığı ses vardı. Bu halka Amber’ın kendine olan inancıydı. Birinci ve üçüncünün neden yanlışa düştüğünü daha net anlıyordu. Çünkü Amber, daha küçücük bir çocukken bile sahip olduğu liderlik yeteneği ve azmini en başta kendisi göz ardı ediyordu. Eğer böyle olmasaydı efsanelerin bile azizleri engellemeye güçleri yetmezdi.

Korktuğu için değil sadece kabullenmeye başladığı için tüm enerjisini bırakıyordu. Belki de onu Eranor görevinden alıkoymak ve biraz zaman tanımak en iyisi olacaktı. Eranor geçen yıllar içerisinde çoktan sunak nehrine tüm ruhunu teslim etmiş olabilirdi. Karar vermek üzere diğer efsanelerin yanına giderek bir toplantı başlattı.

***

Zess, Amber ve Rabi yorgunluklarını sadece bir günlük dinlenme ile attıktan sonra tekrar yola düşme kararı almışlardı. Efsane ustalardan tüm sarayın ve direnişçi bölgelerinin yerlerinin değiştirileceğini öğrenmişlerdi.

Rütbelilerin hafıza bariyerleri bir yıla kalmaz kırılırdı. Çünkü bariyer büyüsü gibi uzun süren bir büyü bile olsa bu, güçlendirilmediği ve desteklenmediği zaman tamamen silinip kaybolurdu. Hele ki bahsedilen kişi bir rütbeliyse o zaman daha kısa zaman alacak demekti.

Rabi yol boyunca göz bandı ile oynayıp durdu. Sanki onu rahatsız ediyormuş gibi görünüyordu. Bu esnada Zess’in gözleri minicik bir karaltıyı yakaladı.

“Bu mevsimde kelebek…”

Uçan mucizevi kara kelebeği tek eli hızla yakaladı. Avcu önce kafes sonra da ölüm oldu kelebeğe. Elini gözlerinin önüne getirdi. Parmaklarını yeterince sıktıktan sonra araladı. Kelebeğin sanki kâğıttanmışçasına kanat çırparken yandığını ve tamamen havaya savrulduğunu gördü. Fısıldadı, “Saya…”.

Günün sonunda nihayet başka bir şehre geldiklerinde yorgunlukları onları en yakın hana attı.İçeri girer girmez bunaltıcı bir sıcakla ve sıcaktan daha çok sorun yaratan meraklı insanlarla karşılaştılar.

Hancı kadın gelenleri teker teker süzdü. Amber’a baktığında ilk dikkatini bakışları çekmişti. Konuşurken karşısındakinin doğrudan gözlerinin içine bakıyor, konuşma bitene kadar bakışlarını hiçbir şekilde ayırmıyordu bu kız. Erkekler üzerindeki etkisinden bu kadar bihaber olması neredeyse hancı kadını güldürüyordu. O nefes kesici fiziğe sahip olmak için neler vereceğini düşündü. O zırh kadar sert görünen garip kıyafetlerinin bile yakışması kıskanç duygularını körükledi.

Sonra kumral gence odaklandı. O üçlüden birinden korkacaksa bunun o genç olduğunu anlamak şüphesiz çok basitti. Bakışları küçümsediğini belli etmekten çekinmiyordu. Tarif edilmesi zor yüz hatlarına sahipti ancak tamamen orantılıydı. Kendisine bakan herkesi daha adımını atar atmaz fark etmişti. Ve ifadesini daha da sertleştirmişti. Tavrı tamamen, bela istiyorsanız yaklaşın, diyordu. Handaki çalışan kızların dikkatini fazlasıyla çekmişti ancak kızlar itici sarıgözlerine olan korkularından yanına yaklaşamıyorlardı.

İçlerinden en sessiz, sakin duranı ise buğday yanığı tenli, koyu parlak kahve saçlı çocuktu. Sıradan sayılmasa da kumralın yanında sönük kalıyordu. Sonuçta o yüzünün çoğunu kapatan göz bandı vardı. Saçları hafif uzundu. Asıl mucize ise gülümsediği anda ortaya çıkıyordu. Yanaklarının iki yanındaki gamzeler o normal sayılan görüntüsünü tamamen değiştiriyordu. Çalışan kızların da kendisi ile aynı fikirde olduklarını görerek onları azarlamaya, işlerini dönmelerini söylemeye başladı.

Geldikleri andan beri onları süzen kendisi değilmiş gibi Amber boş oda sorduğunda meşgulmüş gibi konuşmuştu. Gözlerini o kadar deviriyordu ki Amber aralarındaki yirmi santimlik boy farkını, onu yere gömerek bir-iki metreye çıkartmayı düşündü. Çocukların biran önce odalarına çekilmek istemeleri kadını hayal kırıklığına uğratmıştı. Onların ağzını aramak istiyordu.

Amber kendi odasına geçtiği anda Zess bakışlarını çekinmeden Rabi üzerinde odakladı. Onlar da kendi odalarına geldikleri anda Zess'in ilk hareketi üzerindeki terden ıslanmış gömleğini en yakın yere fırlatmak oldu. Rabi gene ellerini göz bandına götürüyordu.

“Göz bandında bir sorun mu var?”

Rabi soru karşısında tereddütte kaldı bir müddet. Sonrasında hayır anlamında kafasını salladı. Zess sorusunda ısrar etse de farklı bir cevap alamadı.

Rabi hiç beklemediği anda sırtında Zess’in dizini hissetti. Bir küfür savururken Zess eli ensesinde olduğu halde Rabi’nin yere kapaklanmasını sağladı. Zess ilk önce bir dizini onun sırtına koyarken sonrasında tamamen ağırlığını verdi ve sırtına oturarak hareket etmesini engelledi. Rabi kolları onun tarafından bağlanmış halde bağırdı.

“Kafayı yemişsin sen. Burada büyü kullanırsam ne olur biliyor musun?”

“Hayır, çünkü kullanmayacaksın. Zaten ölü süvari her istediğin anda kullanabileceğin tip bir büyü değil.”

“Neyse ne... Göz bandımda bir sorun YOK DEDİM!”

Rabi debelense de bu manyaktan kurtulamayacaktı. Zess, Rabi’nin tam göz bandını tutmuştu ki kapı çalındı. Ve Amber içeriden bir cevap beklemeden içeri girdi. Onları böyle görmeye hiçbir anlam verememişti. Amber konuşmak yerine tuhaf bakmakla yetindi. Ölü gibi duruyordu. Zess onun bu haline biraz şaşırsa da konuştu.

“Evcil timsahınız yalan söylüyor kraliçem…”

Kraliçenin askeri büyüsüne bir gönderme yapan Zess, Rabi’nin göz bandını çıkartmaya çalışıyordu. Rabi ise bir yandan debeleniyor, bir yandan da saydırıyordu.

“Bilmem, bence üzerime çıkmak için bahane arıyor gibisin, efsane usta çakması…”

Amber cevapsızdı. Her ikisi de yarı çıplak olmasına rağmen bir kez bile bakışlarını onlar üzerinde gezdirmemiş, pencereden ayırmamıştı. Zess bu cevap üzerine Rabi’nin kulağına fısıldadı.

“Söylemiştim, bu kız aseksüel.”

Rabi dişlerini sıkıyordu.

“Tercihler üzerinde konuşacak olursak, sen de yanlış kişinin üzerindesin.”

“Timsahcık debelenmeyi kes yoksa yalnız seni değil sahibeni de öldürmem an meselesi.”

Zess Rabi’nin gözlerine elini sokma girişiminde başarısız olmuş, göz bandını alıp üzerinden çekilmişti. Rabi ise Zess’in başka saçma hareketinden korkarak, puflayarak gözlerini açtı. Her iki gözü de sağlamdı. Kör olan gözü mucizevi bir şekilde düzelmişti.

“O süvariye dönüştüğüm sırada iyileşti. Hiçbir anlam veremedim. Büyütülecek bir şey olmadığı için de saklıyordum. Şimdi onu bana verir misin?”

Zess kollarını birbirine bağlamış halde cevapladı.

“Artık ihtiyacın yok diye düşünüyorum.”

Kendi kavgalarının arasında Amber’a bakmaları içlerinin soğumasına neden oldu. “Kavganız bittiyse size harika haberlerim var.” Amber’ın suratı bu harikadan kastının tam bir facia olduğunu gösterecek haldeydi. Rengi tamamen uçmuştu.

Amber iki gencin de tüm dikkati üzerindeyken perdeyi koparırcasına açtı. Pencereyi de açmasıyla odaya yağmur sesi duyuldu. Rabi pencereye yaklaşarak konuştu.

“Sonbahardayız. Yağmur sence de yağmurdan normal... Kahretsin!”

Ağızları açık bir şekilde dışarıya bakıyorlardı. Renksiz olması gereken yağmurun altın ışıltısında yağması, gökyüzündeki tüm bulutların ise kan kırmızı olması her şeyi anlatıyordu. Yazdüşen yağmuru... Adına zıt olarak aylar öncesinden yağıyordu. Bensura renk ayını beklemeden vakitsizce yağmaya başlamıştı.

Amber olduğu yerde bağdaş kurdu. Elleriyle yüzünü kapattı. Derin bir nefes verdikten sonra sakin olmaya çalışarak Rabi ve Zess'e baktı. Zess'in omuzları düşmüştü ellerini sıkıyor, arada yumruğunu çenesine değdiriyordu. Zaman zaman kafasını sağa sola sallamasından düşüncelerini odaklamaya çalıştığı ve bunda başarısız olduğu anlaşılıyordu.

Rabi aralıksız pencereye bakıyordu. Gördüğü karaltının siyah kelebek olduğundan emin olunca Bensurayı dahi unutup dışarıya fırlamak istedi. Zess onu zorlukla durdurdu. Yağmurun ve dolayısıyla sunak nehrinin onu hissedeceği şüphesizdi. Bu kelebekler Saya'ya ait olmayabilirdi. Hemen ardına Zess ile aralarında anlamsız bir kavga çıktı. Zess her seferinde kurtarması gereken küçük kızlar gibi olduğunu yüzüne vuruyordu. Saçma aşık hareketleri için yanlış bir zaman değil miydi?

Amber sessizliğe gömülmüştü. Nabızlar yükselmiş, gerilimi kaldıramayan bünyeleri ne yapacağını şaşırmıştı.

***

“Nihayet Bensura...”

Louis bilim adamının nihayet yazıtın en efsanevi konusuna gelişi üzerine sevinmişti. Bunun bir sebebi de bu konu eşsiz olduğu için ona soru gelme ihtimalini ortadan kaldırıyordu. Gerçi bilimadamı hiç belli olmazdı.

“Bensura kelime manası ile yazdüşen... Genellikle bereket sembolü olan yağmur, bu toplumda beraberinde getirdiği lanetten ötürü tamamen zıt anlama sahip olmuş. Bensura’nın yağdığı aya yağmurun renginden ötürü renk ayı demişler.”

Bazı kelimeleri eksik bir şiire dikkat çekti bilimadamı.

'Gün... bekçi ruh çaldıkça

Ak heykeller al renge boyandıkça

Ölüm yürür bu y...

Yedi kutsananın gücü bile

Engel olamamıştır ruh çalana'

Bilim adamı her zamanki gibi açıklama yapmadan önce metinleri süratle okuyordu. Yeni bulunan bir yazıtta bu hızla okuması, çözümlemesi ve yorumlaması aptal yardımcısının gözünde onu ilahlaştırıyordu.

'Yürüyen Tanrılardan birisi kendi Tanrısı hariç tüm Tanrıları reddetti.'

Louis istemsiz olarak sözünü kesti.

“Bir peygamberden mi bahsediyor?”

Louis, bu krallığın tanrı elçilerine ve rahip konumundaki din adamlarına yürüyen tanrı dediklerini biliyordu. Bilim adamı bugün keyfi yerinde olsa gerek şefkatli bir gülümseme ile cevap verdi.

“Tutarlı bir tahmin... Devamında yürüyen tanrının büyü kitabına değiniyor. Devamı şöyle...”

'Elinde bir kitap varken tüm tabiat ona itaat ediyordu. İnsanlar kıskandı ve büyü gücünü istedi. Ve bazı gök ruhları ile bir antlaşma yapıldı. O gün yazın ilk yağmuru yağıyordu. Büyüyü insanlara veren ruhlar lanetlendi. Gök şeytanlarına dönüştüler. Büyüye dokunan yağmur lanetlendi. Şeytanların elinde oyuncağa dönüştü. Yağmurla güçlenen insan lanetlendi. Atalarımın suçu ölüm getirdi.'

Bilim adamı zaman kaybetmeden okuduktan sonra,

“Evet... Yazıtta bensuraya değinen pek çok yer olsa da özeti bu kadar. Yani her üç yılda bir 13 ay çeken yılın yazdüşen yağmuru, lanetli yağmurdu. Ve bu yağmur ilk yağdığı andan sene sonuna kadar aynı yaştakilerin ölümüne neden oluyordu. Daha önce çözdüğümüz kısımlardan anladığımız gibi gözyaşı kadınlar ve onların evlatları bu yağmurdan etkilenmiyor. Bu yağmurun bir diğer özelliği ise bir çok büyücünün ölümüne neden olduğu için havada yoğun bir güç bırakıyor olması. Güç bırakmasının bir sebebi de büyüyü yere indiren yağmur olması.” dedi.

“Efendim, bu çok iyi bir durum değil mi? Özellikle direnişçiler için?”

“Aslında tam tersi… Çünkü sunak nehrinin suyu da yağmura karışıyor. Ve sunak nehri Bensura başladıktan itibaren ilk birkaç gün yağmur yağarken temas eden herkesi hissedebiliyor. Ve bu hissetmekten kasıt, büyü gücünden tut ki yaşına, bulunduğu yere kadar bir bilgi birikimine sahip olmasını sağlıyor.”

Louis, bensura'nın sembolik anlamını düşündü, güç ve ölümdü.

“Eğer sunak nehrinin suyu da karışıyorsa... Bu durumda kahinin ve sunak nehrinin köleleri bu yağmurun havada yoğunlaştırdığı enerjiden daha fazla faydalanıyor demektir.”

“Aynen öyle... Özellikle muhafızlar. Çünkü onlar zaten sunak nehri ile güç kazandıkları için bu yağmur onlara normal bir büyücünün kazandığı güçten kat be kat fazlasını alıyorlar. Bensura bu kadar ile bitirilecek bir konu değil. Bu yazıtın, bu krallığın tarihinin kalbi.”

“Direnişçilerin en başından beri olmayan şansları bu konuda da önlerini tıkıyor, efendim.”


Bölüm sonu notları:
*İhtiyar Zess'in demirciden aldığı yardımı kastediyor. Onu takip ettiği için ne yaptığından haberdar. axis'ten güç ödünç almasını Zess demirciden öğrendi. Axis sahiplerini öldürdüğü için onların güçlerini saklayabilen bir kılıç. Hey ne eşsiz hohaha :D
Ha bir de şu bensura ile ilgili olan bilim adamlı kısım sonradan tekrar düzenlenecek. Şimdi oturup araştırma yapacak vaktim yoktu.

0 yorum:

Yorum Gönder