Zess yorgunluktan yere yığılmıştı. Sinirlendikçe ve gücü tükendikçe kendine gelmek için bir neden arar olmuştu. Amber’ı hatırlayınca bu nedeni görür gibi oluyordu. O esnada dört kanatlı ve iki başlı güvercinler gökyüzünü süsledi. Kuyrukları ve gagaları bir kargaya benziyordu kuşların. Gözleriyse leş kokuyordu.
Siyam güvercinlerini gören Zess olduğu yerden kalkmadı bile. Haberleşme taşlarından daha pahalı olduğu ve tek seferde yandıkları için çok kullanılmazdı bu siyamlar. Ancak kuşun ayağına bağlı zarftaki armanın rütbelilere ait olması meraklanmasını sağlamıştı. Armanın üzerindeki isimse dikkatini hemen çekmişti.
“Velint…”
İsmi bir kez daha fısıldadıktan sonra kuşun küle dönerek savrulmasını ve zarfın elinde kendiliğinden açılmasını izledi. Zess, amcasının bahsi geçtiğinde, ihtiyarın nasıl tepki verdiğine, defalarca şahit olmuştu. Evet, rütbeli bir akrabası vardı ancak onun hakkında kesin bilgileri alacağı kişi inatla kaçınıyordu.
Mektubun büyük kısmı, aşağılama içeren küstah yazılarla doluydu.
“Önemsiz bir böcek olduğumu düşünüyorsan, neden zahmet edip kendi ellerinle bir şeyler yazıyorsun amca?”
Onu her an bulup yok edebileceğinden bahseden Velint, nehre yalvarması karşılığında affedilmesi için bir umut olduğundan bahsetmişti. Mektubun sonu ise Bensuranın can almaya kendisiyle başlayacağı ile bitiyordu.
İlk ölen kişi olacağını düşünmek biraz tuhaftı. Zess hiçbir zaman hayatı için yalvarmamıştı. Esnedi ve tehdidi umursamadı bile. Kim böyle bir şeyden korkardı ki? Hele ki zaten ölüme gidiyorken…
İlk ölen kişi olacağını düşünmek biraz tuhaftı. Zess hiçbir zaman hayatı için yalvarmamıştı. Esnedi ve tehdidi umursamadı bile. Kim böyle bir şeyden korkardı ki? Hele ki zaten ölüme gidiyorken…
İhtiyar gelene kadar dinlenmeye devam etti. Nihayet ihtiyar yanında göründüğünde bir şeylerin iyi gitmediğini anlamıştı. İhtiyarın yüzündeki gülümseme her geçen gün biraz daha soluyor gibiydi.
İhtiyar Zess’in yanında oturup konuşmaya başladı.
“Denenen her ilaç, her şifa büyüsü ölümü bir gün daha ertelemekten başka işe yaramamış. Rabi ölüyor. Ancak bir tedavi mümkün olursa diye, saklı ormanın kalbine götüreceklermiş onu.”
“Yüzlerce tedavi eden mühürcü… Hepsi de başarısız mı oldu?”
İhtiyar buna sadece evet anlamında bir kafa sallamayla cevap vermişti. Zess’in tüm bedeni yorgunlukla sızlarken, endişesi yerini umutsuzluğa bırakıyordu. Sordu ihtiyara.
“Ormanın kalbi, Hisuarın bulunduğu gizli orman mı? Yerini gerçekten bilen var mı?”
“Eranor... Onu götürecek olan da o. Era’nın dediğine göre Hisuar bile belki yetersiz kalabilirmiş. Yıllar içinde ruhu, tüm ışıltısını kaybetmiş. Ancak herkes hemfikir ki Rabi’yi ondan başka kimse artık tedavi edemez. Belki tacı takıyor olsaydı Amber tedavi edebilirdi.”
Zess’in içinde nehre karşı biriken öfkesi, kendini belli etmeye başlıyordu. Anladığı kadarıyla ya Rabi ölecekti ya da Hisuar. Bu düşünce aklını kurcalıyordu. Bir yanda kraliyetin en güçlü büyüsünün hayatta kalması için tek çareleri, diğer yanda tüm gözyaşı kadınların en büyük desteği… Nehrin iblisinin çelik ağlar gibi sardığı hayatları düşünüyordu Zess. Küçük düşürülmüş hissediyordu. Alnındaki damarlar öfkelendiğini belli etmek ister gibi çıkmıştı.
“Hisuarın kabul edeceğini nereden biliyoruz? Bu onun için intihar olur. Rabi büyüye karşı bir canavar gibi saldırıyor. Aç timsahları yakınından geçen her büyüye dişlerini uzatıyor. Hisuar büyüyle yaşayan bir hayalet. Rabi onu kesinlikle yok edecektir. Bu silik bir ruh bile olsa kim seve seve ölüme atlar ki?”
Zess kızgın gözlerle haykırırken, ihtiyar onu susturacak kadar baskın bir sesle cevapladı onu.
“Rabi son güneş diye sayıklıyor.”
İhtiyar Zess'in anlamadığını fark edince açıklamaya başladı.
“Güneş kim bilmiyorsun değil mi? Anlatacağım. Adı sıfatı olan... Güneş kahin... O kahin olmadan önce bir rütbeliymiş. En doğru öyküyü gök ruhları kendine saklasın, bir ihanetle nehrin kölesi olmuş. Yeniden doğmuş defalarca. Her seferinde aklı silinmiş. Tek bir şey, ihanetin hatıraları hariç...
İhanet, onu nehre bağlamış. İhanet, vazgeçilenin onu öldürmek için çabalamasına neden olmuş. Vazgeçilen, son güneşin Rabi tarafından öldürüleceğine inanırsa, onu kesinlikle diriltecektir. Bu kendi hayatı pahasına olsa bile eminim ki çekinmeyecektir.”
İhanet, onu nehre bağlamış. İhanet, vazgeçilenin onu öldürmek için çabalamasına neden olmuş. Vazgeçilen, son güneşin Rabi tarafından öldürüleceğine inanırsa, onu kesinlikle diriltecektir. Bu kendi hayatı pahasına olsa bile eminim ki çekinmeyecektir.”
“Lanet! Ne biçim bir döngüdeyiz biz. Nehir her hareketimizi biliyor, her adımımızı önceden anlıyor ve buna karşı plan yapıyor. Bir kez olsun kazanamayacak mıyız?”
Zess nehrin iblisinin amacını çözmüştü. En başından beri neden Rabi’yi tamamen yok etmediğini sorguluyordu. Amacı Hisuar’ın yok edilmesiydi. Bu kadar göz önünde olan bir şeyi göremediği için kızıyordu.
Düşündükçe daha mantıklı buluyordu. Hisuar'ın desteği olmadan, Amber Rabi'nin süvarisini gerçek bir kraliçe olana kadar tam kullanamazdı. Nehrin iblisinin ince detayları karşısında hayrete kapılmıştı. Birer birer anlasa da bu canını sıkmaktan başka işe yaramıyordu.
Kardeşi gibi gördüğü birinin yaşamasını ne kadar isterse istesin, nehir tarafından bir kere yenildiğini düşününce Rabi’nin gücüne kavuşmasının bir umuttan çok hata olduğunu düşünüyordu. Hisuar’ın tüm gözyaşlarına verdiği gücün eksilmesinin ne demek olduğunu kafasında tartıyordu. En çok da gücünün zaten yetersiz olduğuna şahit olduğu Amber’ın daha da güçsüz hale geleceğini hatırladıkça, mantıklı kararın ne olduğunu bulmakta zorlanıyordu.
İhtiyar torununun çelişkide kaldığını net bir şekilde görüyordu. Zess, Rabi’nin bu hale gelmesinden sorumluluk duyuyordu. Ancak torunu her şeyi öngöremeyeceğini anlamalıydı. İhtiyar düşüncelere dalıp giden torununu görünce devam etti konuşmaya.
“Hisuarın ölmesine karşı olduğum kadar Rabinin gücünün infaz ekibine kadar uygun olduğunun da farkındayım.”
Zess içinden infaz ekibi diye geçirdi. Bir kraliyet mensubunun gizli silahı sayılan ekip... Gerçekten de Zess Rabi’nin gücünün bir cellada ne kadar yakışacağını düşünüyordu. Her ne kadar Rabi’nin karakteri bunun tersi olsa da benliğini yitirdiği süvari anlarında, tam bir katildi.
İhtiyarın bu sözleri üzerine biraz daha duraklayan Zess en sonunda tamamen kararını vermişti. Kızın dövmeleri geldi gözünün önüne… Amber hep deli gibi çalışır ve asla yapması gereken şeylerden kaçmazdı. Büyü çalışmalarında sarf ettiği yoğun çaba karşılıksız değildi ya.
Dövmeleri siliniyordu Amber’ın. Zess bunu son görüşmesinde hayretle görmüş ve araştırmıştı. Büyüden beden almak ya da büyünün bedenle bütünleşmesi… Bu sadece doğuştan olacak diye bir şey yoktu. Görülmemiş olması yapılmayacağı anlamına gelmezdi. Belli ki büyü Amber'la bütünleşiyordu. Bunun sonucunda o kızın neye dönüşeceğini merak ediyordu.
Hem Zess ne kaybederdi ki? Her ihtimalde ölüyordu. Bu düşünceyi ne kadar hafife aldığını fark edince kendini biraz daha garip hissetti.
Zess ihtimallere güvenmezdi. Zess hiçbir şeye güvenmezdi. Ancak bu kızın yaktığı umut ışığı giderek daha da parlıyordu. Bekledi... İhtiyar onun aniden ruhsuz bir kabuğa dönüşmesini fark etti. Doğrusu torunundaki bu aniden sönen öfkenin nedenini merak ediyordu. Zess bir şeyleri daha çözüyordu. Bir casus ya da başka bir ihtimal... Nehrin hareketlerini bu kadar mükemmel tahmin etmesinin, önceden bilmesinin nedenini düşünüyordu. Bulmuştu...
İhtiyara dönerek, inandırıcı bir şekilde gülümsedi.
İhtiyara dönerek, inandırıcı bir şekilde gülümsedi.
“Amber’a güvenmelisin. O kız tüm varlığıyla kazanacağına yemin etti. Başaracaktır!”
***
Hiç mutlu değildi. O kadar yolun çabucak kat edilmiş olması sinir bozucuydu. Çalışmalara hemen başlanacak olmasından ürküyordu. Gerçekten tuhaf olan şeyse Nita'nın yol boyu onun omzunda uyuyakalmasıydı. Ancak bundan nefret etmemişti. Çünkü Nita sadece uyurken susuyordu.
“Sayende yakalandık. Tamamen senin suçun Anjaya…”
Anjaya kızın kendisine son sözünü ve sarayda kayboluşunu hatırlıyordu ama sorsalar nereye gittiğini bilmiyordu. Rabi adında birini görmek istediğini söylemişti ve Rabi’nin kim olduğuna dair bir fikri de yoktu. Tuhaf çiftçi kızı…
Saraya geldiği yerleri hep garipsemişti Anjaya. Bir çeşit köprü ile taştan duvarları geçmeleri vakit almıştı. Neden yürüyorlardı ya da neden yol boyunca herkes aşırı saygılı durmaya çalışıyordu bunu da bilmiyordu. Nita’nın çenesi yüzünden yol boyunca öğrenmesi gereken pek çok şeyi de kaçırmıştı.
Anjaya, kafasını gökyüzünden almasını önleyecek büyüklükte bir kapıyla sonlanan taş kemeri aştığında, etrafındakileri taklit etmeyi bırakarak, hayran olduğunu belli etmişti. Ancak manzaranın tek etkisinde kalan o değildi. Diğerleri de onun gibi Yerdibi sarayının bu köşesine hiç gelmemişti ve böyle bir yerden tamamen habersizdi.
Korkutucu renklerdeki vitraylar ve üzeri sarmaşık güllerle sarılı heykeller soluk taş rengini zenginleştiriyordu. Güzel, gösterişli ve bir o kadar da korkutucu bir binanın önüne uzun sayılacak bir yürüyüşün ardından gelmişlerdi. Burada neden herhangi bir vasıta kullanmadıklarını bilmiyordu. Yürümeyi pek sevmezdi.
İçeriye girdiğinde hiçbir eşyanın olmadığı dev alan şaşırtmıştı onu. Göreceği en geniş çalışma alanındaydı Anjaya. Burada kimle karşılaşacağından habersizdi. Yutkunuyordu. Yerdibi sarayının geniş kaynaklarından haberi vardı ancak bu alan gözüne imkansız görünüyordu.
Etrafında büyülü yaratıkların resmi olan dev duvarlar yükseliyordu. Yavaş ölenler, yürüyen tanrılar, gök ruhlarını anlatan motifler… Büyüler ve büyücüler... Kanlı zaferler ve yenilgiler... Hareçelen kadınlarının kollarındaki sarhoş krallar... Pencerelerle bölünmüş dev duvarların her biri ayrı bir öyküyü anlatıyordu. Karşısındaki duvar ona sonsuz kadar uzak görünmüştü.
Onu ve diğer dört rütbeli adayını alana bırakan görevliler, saygıyla son kez eğilerek geriye çekildiler ve dev kapıdan çıktılar. Anjaya’ya geçen her saniye yıllar kadar uzun geliyordu.
Kendisinden başka bu kadar şaşıran da yok gibiydi. Zi ve Sreren sessizce duruyordu. Aklında bu büyücülerin yeteneklerini tartmaya girişti.
Ziguic’in yeteneklerini az çok tanıyordu. Sreren ise sadece bir dönem yol arkadaşı olmuştu o kadar. Zi, saklı büyü ustalarından eğitim almıştı. Bir kez büyüsüne şahit olmuştu Anjaya. Gösterişliydi ancak çok fazla açığı vardı. Anjaya, Nita’nın tahmininin tersine mühür büyüsü ustasıydı. En güçlü özelliğiyse bir nevi saklı büyü sayılacak özellikleri olan bir kuklasının olmasıydı.
Diğer iki rütbeli adayı ise ona sadece soğuk ve ilgisiz görünmüştü. Miskin olduğu her tarafından belli olan ve adının Jomahe olduğunu öğrendiği rütbeli adayı bile şu anda ciddi tavırlar takınıyordu.
Jomahe yol boyu söylenmişti ve bu zaten saman alevi kadar çabuk sinirlenen Sreren ile atışmasına sebep olmuştu. Nedense Anjaya, Jomahe'nin güçlü olmasını mantıklı bile bulmamıştı. Gerçi Anjaya önyargılarında başarısızdı. Nita’yı ilk gördüğünde bir çiftçi kızının kadim silahının olabileceği aklından bile geçmemişti.
Gözleri en merak ettiği adayın üzerine kaymıştı. Faye… Üzerindeki garip siyah elbisesi ve zaman zaman çıkarttığı bazense tüm yüzünü kapattığı toprak yeşili şalı, hiçbir şekilde konuşmaması yüzünden, Anjaya onun hakkında çekinik bir karakter olduğu izlenimine varmıştı.
Faye aslında çok güzel bir kızdı. Saçları üç arma ile kafasının yanlarından geriye itilmişti. Perçemleri gözlerinin önüne düşüyordu. Gözleri saçları kadar siyah ve iriydi. Soluk lekesiz teni genç gösteriyordu. En fazla yirmisindedir diye düşündü Anjaya.
Acaba illüzyonist kimdi? Anjaya bunu deliler gibi merak ediyordu. Geus'un torunu diyenler olmuştu ancak o kişinin öldüğünü de duymuştu. Eranor ile savaştıklarını duymuştu. Sağ çıkması hiç de mantıklı gelmiyordu. Gerçi Anjaya kurduğu mantıklarda da başarısızdı.
Tüm dikkatini ayak sesleri çekene kadar Anjaya kendi içinden konuşmaya devam etti. En sonunda bir kahkaha sesi ve Nita’nın sesi duyuldu.
Saklı büyünün efsane ustasını karşılarında gören tüm adaylar saygı gösterisinde bulundu. Kel ve çatık kaşlı usta ise gülerek seslendi.
“Başka kaçmaya çalışan olacak mı?”
Nita sesi tizleşse de konuşmaya başladı.
“Ben kaçmıyordum! Rabi’yi görecektim. O buradaymış. Ne halde merak ediyorum.”
“Tüm mantar çaylarını içeni de tanımıyorsundur değil mi?”
Nita efsane ustanın korkunç bakışları karşısında, aşırı hızlı bir şekilde itiraf etmişti. En azından hepsini içmemişti, bıraksalar içerdi. Mantar çayının uykuyu bir süreliğine silen etkisi ve fazla içince yaptığı çarpıntıdan hoşlanıyordu. Efsane usta da benzer zevkleri olduğunu, kızın masada bıraktığı kalemi geri verirken söylemişti.
Nita, Rabi hakkında endişeleniyordu. Haberlerin doğru olup olmadığını, nehrin onu gerçekten de yutmadığını öğrenmek istiyordu. Bu dedikoduları tek duyan Nita değildi. Direnişçiler arasında söylenti çabuk yayılırdı. Tüm rütbeli adaylarının bunu ısrarla sorması üzerine en sonunda efsane usta dayanamadı. Söze Rabi'nin büyüsünün temel olarak boşluktan oluştuğunu söyleyerek başladı ve devam etti.
“Hah! Aptallar... Boşluk ölebilir mi? Biz doğmadan önce yoktuk ve tekrar yok olacağız. İşte bu yüzden anlamıyor hiç kimse. Çünkü boşluk farklı, boşluk doğmadı. Biz ölünce bile arkamızdan bakıyor ve gülüyor olacak.
Har ve Mar'dan önce boşluk geldi ilk. Zühere'yle aldanırken gök ruhları, boşluk duydu ilk. Onlar sarkarken baş aşağı büyüye ilk ulaşan da boşluktu. Bu yüzdendir ilk ve en güçlü büyü boşluğa sinmiş bekler. Düşen, cezalanan ilk gök ruhlarından ilk tüyü çalandı boşluk.
Har ve Mar'dan önce boşluk geldi ilk. Zühere'yle aldanırken gök ruhları, boşluk duydu ilk. Onlar sarkarken baş aşağı büyüye ilk ulaşan da boşluktu. Bu yüzdendir ilk ve en güçlü büyü boşluğa sinmiş bekler. Düşen, cezalanan ilk gök ruhlarından ilk tüyü çalandı boşluk.
Kendini yakarak, parçalayarak büyüyor boşluk, tıpkı volkan dağı Urumyad gibi... Kendini küçültür ya da büyütür, dağılır yok oldu gözükür ama yeraltından kaynak bulur gene de birleşir tıpkı buz gölü Yemşel gibi...
O çocuk ne yaparsa yapsın ölmeyecek çünkü onları hayatta tutan bir güç var. Yeminlerini çiğnemedikleri sürece, kraliçeye hizmet ettikleri sürece ölmeyecekler... Güçleri bekledikçe artacak ancak belki on yıl belki daha fazla... Ancak ne yaparsanız yapın ölmeyecekler...
Nehir de bunu biliyordu. Ancak algı mührü kullanmak için bir kadim silahı feda etti. Nehir o kadar iyi biliyordu ki kuyruk kesesindeki bir yavru iblisi gönderdi. Yavrunun da biz direnişçi efsanelerce yok edilmesine izin verdi. Çünkü nehir bu büyünün güçlenmesinden korkuyor. Durdurmaya çalışıyor. Ve tek yolun kraliçenin ölmesi gerektiğini de biliyor.
Bu kraliçe hepinizin en az bir kez duyduğu vazgeçilenin ta kendisi.
Sunak nehrinin yana yakıla aradığı kadın, gizlenen kadın... O yedi tanrının kızı... Kraliyetin en güçlü kadın büyücüsü... Ölüm kalım savaşı veren, bir bedeni bile olmayan, yarı ölü bir ruh... Vazgeçilen varis... Kraliçe tacını taktığı gün feda edilen kadın... Hiçbirimiz neler olduğunu bilmiyoruz. Kitaplar yazmıyor, şiirler unutulmuş... Ozanların dili tutuk, hatırlayanlar bir daha uyanmayacakları sonsuz uykuda... O kadına ne oldu bilen sadece kendisi ve sunak nehri. Ve belki de güneş kâhin...”
Sreren her zamanki tez canlılıkla sordu.
“Bir varis adayının varlığı ve gücünün zafere layık olduğu haberini alarak geldik hepimiz. Bu ne kadar doğru?”
Saklı büyünün efsane ustası “Evet, doğru duymuşsunuz var öyle biri. Ancak hükümdar olarak unvanını almak için size ihtiyacı olacaktır. Kim bilir? Belki kendini ispatlar da biz direnişçiler artık sağlam bir uyku çekeriz. Bu kadar gevezelik yeterli. Ziguic? Benim saklı büyü öğrencimi de alarak
sizleri terk ediyorum. Ustalarınız birer birer gelecekler ve bire bir
çalışmalarınıza derhal başlanacak. Tahmin ettiğiniz gibi zaman yok. Prensesin
de onayını aldığımız üzere, elimizde sadece bir ayımız var.”
Efsane usta birkaç adım atarak
sağındaki boş görünen alana doğru yürüdü. Dokunmasıyla görüntü dalgalandı.
Şeffaf bir perde dalgalandı ve boş görünüm yerini yüzlerce silaha bıraktı.
Birçoğunun ilk defa gördüğü aletler ile doluydu. Alan parçalara bölünmüş, perde
kalktığında bir bütün halindeki boşluk tamamen kaybolmuştu. Ve tahmin ettikleri
gibi Yerdibi sarayının her köşesi büyüyle doluydu.
“Bu bir ay içerisinde sizin de
gördüğünüz bu alanda çeşitli savaş aletlerinden birer birer sınava
çekileceksiniz. Kendi büyünüzü kullanamadığınız durumlar için alışkın olduğunuz
dövüş sanatları ve eğitimler sizin için tekrar başlayacak. Daha şimdiden bu
kadar etkilenmeyin. Onun yerine kendiniz için endişe edebilirsiniz. Daha önceki
çalışmalarınızı bir hiç olduğundan emin olacaksınız.”
Not not ve not :) İsimleri uydurmak için o kadar saçmaladım ki en son bebek gibi agularken buldum kendimi. Neyse olduğu kadar zaten az bölüm kaldı. Son 8 ve bir ekstra o.O Bu hafta, en geç iki hafta içinde bitirmek gibi bir niyetim var çünkü artık yıllarca bir şey yazmak istemediğimi kanaat getirdim.
*Har ve Mar ise aslında Zühre'ye aldanan iki melek, Harut-Marut. İnsanlara büyü öğretmişler.
Ruh Bedene Şekil Verdi 22