23 Eylül 2014 Salı

Ruh Bedene Şekil Verdi 27

Bölüm notu:
Bu bölüm aslında 28de olacaktı. Daha actionlu bir sahne olmalıydı 27... Ama Dabbe'yi izledim ve RBŞV benim rüyalarıma girmeyi çok sever, mümkün olan en kabuslu şekilde hem de. Zehri üç harfli :P 'den korktuğumdan değil, kimse kusura bakmasın ama her açıdan vasat bir korku filmiydi, kendi hayal gücümün abartıp neyi nasıl korkunç hale getireceğini iyi bilmesinden... Zaten oda arkadaşım da yoktu geçen gün T.T . Nasıl yazaydım ben??? Mecburen daha önceden yazdığım 28 i biraz değiştirip öne aldım haliyle time skip de vuku buldu :( . Hiç de sevmem hee time skip olayını, ben tek tek karakter gelişimini görmek istiyorum ama görmesem daha iyi yerden yere vuruyorum üzülüyorum zavallıcıklara.
Neyse bölüm de kısa oldu zaten, bu da finalin nerede olacağının işaretini veriyordur herhalde :) . Kafamda biten bir öyküyü o koskoca tatilde nasıl yazamadım onu da bilmiyorum. Komitenin hakkından gelebilirsem, o anki gerilimle iyi bir şeyler ortaya çıkartıp, ilk uzun soluklu hikayemi(artık roman boyutunda oldu yeey *-*) sona erdirebilirim diye düşünüyorum. Aynı zamanda bu bölüm de temizlikten geçebilir ve eklentilerle değişebilir, hatta Allah'ın izniyle hepsini baştan sona değiştireceğim. Bitince epub ve mobi haline de getireceğim, arkadaşlarıma işkence ediyorum çünkü farkındayım. Hehehe çok konuştum :)

Bölüm 27
Her insanın bir sınırı vardı. Amber ise inatçıydı. Katıydı, taviz vermezdi. Dayanıklıydı, iç huzurunu korumayı ve zihnini berrak tutmayı başarıyordu. Sıradanlığı geride bırakmak için hayatını öne atacak kadar gözü pekti. Belki de saftı, neden bir çıkarı olmadığı halde bu krallığı kurtarmak için uğraşıyordu ki? Çok rahat zengin olabilir, rahat bir hayatı yaşayıp sıradan birine dönüşebilirdi. Seçimleri onu bir kez daha farklı kılıyordu.
Bu son haftayı geriye bıraktığında azizler ile yüzleşmişti. Direnişçiler arasında yayılan varis haberi, onun azizler üzerindeki gücünü arttırıyordu. Amber’ın yapmak istediği şey de buydu. Bir prenses olarak kabul görürse, azizler en büyük silahı olacaktı. Hiçbir insanın düşlerinde bile göremeyeceği güç onun olacaktı. Güç… Ne kadar ayartıcıydı. Amber ise kanacak kadar zayıf değildi.
Azizlerden bir sınav haberi gelse de bu sınav daha olmamıştı. Amber onların ne zaman bu sınavı yapacaklarını bilmiyordu. Bunu bekleyecek değildi. Bensura geride kalmıştı. Rütbelilerinin eğitimlerinin nasıl gittiğini Zess’ten öğrenmişti. Umut giderek güçleniyordu ama gerginlik zaman zaman yüzüne yansıyordu.
Gün ışığı tüm parıltısıyla tertemiz gökyüzünde salındığında, Amber kendi etrafında döndü. Azizlerin ona verdiği çiçek kabartmalı ipek elbise gün ışığıyla rengarenk olmuştu. Etekleri havada dalgalandı. Kelebek kanatları kadar saydam bir tül altına ipek elbise, şık ve zarifti. Kollarından sarkan püsküller nakışla dokunmuştu. Altın kemeri kızıl taşlarla bezeliydi. Hançerleri taşlar sarkan ellerindeydi. Dirseklerinden avuç içlerine kadar sırma eldivenin sarkan taşları birbirlerine çarptıkça titreşiyordu ve büyünün en güzel ışıklarını etrafa saçıyordu.
Amber yüzlerce siyam haber kuşu yapacak büyüye başladı. Çok geçmeden birbirinin tıpatıp aynısı, dört kanatlı iki kuyruklu kuşlar doluştu gökyüzünde. Kanatlarının ikisi süt beyazı, ikisi kuzgun siyahıydı. Göz çevreleri dairelerle çizilmişti kuşların. Her birinin ayaklarındaki mektup gökyüzüne uçtu. Amber’ın sözleri emir oldu. Kuşların sesleri arasında sözler yazıya dönüştü, gökyüzü kanat tufanında kayboldu.
Tertibin haberini ulaştıracak kuşlar yola çıktılar. Amber onlardan yüzlerce binlerce üretti. Güneş gökte yükselene kadar dans etti. Dansından doğan büyü durulunca kuşlar oluştu ve tüm kuşlar diğerlerini izledi. Hepsi de başkente doğru yola çıktı.
***
Geceyi kuş sesleri böldü. Yüzlerce dört kanatlı güvercin, ayaklarındaki mektuplarla gökyüzünü beyaza ve siyaha boyadılar. İlk mektup kahinin üzerine düştü. Sonraki mektuplar da birer birer sahiplerini buldu.
Bekledikleri gibi bir Nonuin tertibi isteniyordu. Azizlerin yanında olduğunu söyleyen genç varis adayı, Lodslara karşı bir zafer kazanacağını ve bununla kendini kanıtlayacağını söylüyordu. Lodsların çok yakında saldıracağının istihbaratını aldıklarını söylüyordu. Kahin iblisin her şeyi doğru tahmin etmesine şaşırmamıştı. Gecenin siyahına bürünmüş yolları hızlıca, altlarına oymalar yapılmış taş basamakları yavaşça çıktı. Aklına eski bir şarkı gelince istemeden mırıldandı.
“Haberler kötü Salgeruna
Güneşte yıkanan bekçi ruh çaldıkça
Ak heykeller al renge boyandıkça
Ölüm yürür, ölüm yürür, ölüm yürür
Hüzünlü son seni bulur Salgeruna
Yedi kutsananın gücü bile
Engel olamamıştır ruh çalana
Ölüm yürür, ölüm yürür, ölüm yürür
Kork, yan, kavrul, kavruldukça ağla Salgeruna”
Bu sokaktan kendisi ilk kez geçmiyordu, içindeki ruh için de bu ilk değildi. Rütbeli meclisinin, toplanma emrinden sonra, çok geçmeden onu bekleyeceklerini biliyordu. Temiz havayı ciğerlerine çekebildiği kadar çekti. Zihni netleşti. İblisin onunla işi bitiyordu. Yakında ömrü dolacaktı kahinin. İblis hangi kullandığını öldürmemişti ki?
Yeniden doğacaktı, güneş kahin olarak içindeki ruh. Ondan sıyrılıp alınacaktı. Nehrin başka bir kölesinde yeniden doğacaktı. İblis bu ruha acı çektirmeyi seviyordu. Onun zekasını kullanmayı seviyordu. Anılarındaki hüznü seviyordu. Her türlü pisliğe karşı lekelenmeyen ruhunu yerden yere vurup kirletene kadar oynayacaktı. Ancak bu beden basit bir kahine aitti ve yaşlanıyordu. Zaman yakındı… Bu sefer son kez doğacaktı Güneş. Bu son doğuşta nihayet nehrin iblisi istediği kanı alacaktı ve serbest kalacaktı.
Rütbeliler meclisine geldiğinde herkesi hazırda beklerken buldu. Hiçbir rütbelinin gözünde uykunun zerresi yoktu. Her biri mektupları okumuş olmalıydı. Kimisi şaşkındı, kimisi öfkeliydi, kimisi ise yemeğin sesini duyan aslanlar gibi pençelerini çıkartıp bekliyordu. Kahin teker teker hepsinde göz gezdirdi. Ciddiyeti son derece yüksekti. En sert korkuyu yüreklerine salacak bakışları ile teker teker hepsinin içini yaktı. Ve nihayet konuşmak için kurumuş dudaklarını kıpırdattı.
“Eminim ki hepiniz mektubu okudunuz. Bir varis adayı var ve hepimizi yıkıp saraya geçebileceğini düşünmüş. Peki, buna izin mi verilmeli?”
Hep bir ağızdan, hayır sesleri yükseldi. Kahinin öfkeli sesi biraz olsun yumuşamadan devam etti.
“Ancak küçümseyemem ki bizim casuslarımızdan önce Lods’ların geleceğini haber almayı başarmışlar. Ve Nunoin tertibi için önkoşulu bu şekilde vereceklerini iddia ediyorlar. Sınırı bu aptallara teslim edeceğimizi düşündükleri için zavallı olmalılar. Ancak tertibin kurallarına göre kendilerini ispatlamak konusunda makamı bilgilendirmişler. Bu durumda sadece sınırı koruyacak bir birlik göndermekten başka elimizde bir şey yok.”
Kahin konuşmaya devam etmeden önce bir müddet bekledi. Eliyle işaret etti ve anında bir harita önündeki masaya serildi. Eliyle sınırların üzerinde gezindi ve saldırının olacağı yerleri gösterdi. Bir süre planları hakkında tartıştılar. Her bir rütbeli planlar hakkında yorumda bulundu.
“Tertip isteğinden en geç bir ay içerisinde hazırlıklar tamamlanmak zorundadır. Bununla ben bizzat ilgileneceğim. Ancak sınırı tehlikeye atmamak için de bir orduyu sevk etmek zorundayım. İtirazı ya da önerisi olan?”
İsimsiz rütbeli bile her zamanki esnekliğinden farklıydı. Küçük bir kız görünümüne hiç bürünmemişti. Durum nedeniyle, bilindik alaycı ses tonundan farklı ciddi bir şekilde konuştu.
“Sınır boyları için bir ordu gerekiyor ancak varis için başka bir orduya gerek yok efendim. Birkaç rütbeli göndermeniz yetecektir. Hem tertibin olması için sayılarının eksik olmaması gerek. Bir rütbelisi eksikse tertip geçersiz sayılır. Tertip öncesi rütbeliler karşılaşamaz diye bir kural da yok bildiğim kadarıyla.”
“Seni dinliyorum.”
İsimsiz tüm dişlerini çıkartarak sırıttı. Gitmek ve tekrar savaşmak istiyordu. Hafızasını geri kazanmıştı, her ne kadar sarayın tam yerini hatırlayamasa da. Ve güzel bulduğu savaşlarını her detayıyla hatırlıyordu. Geçen sürede Zess’in ne kadar geliştiğini merak ediyordu. Her ne kadar kendi büyü sınıfı olmasa da Velint saraydan çıkmayacağı için giderse onunla da savaşabilirdi. Onunla bir kez daha karşılaşma ihtimalini düşünerek konuşmaya başladı.
“Ben ve Azul birlikte gidelim yüce efendim. Savaş öncesi hepsini yok edeceğimizden şüpheniz olmasın.”
Kahin içten içe isimsizin ağzından yüce kelimesinin çıkmasına güldü.
“Önerini çok doğru buldum, ancak bu iş için aklımdaki kişi sen ya da Azul değil.”
Kahin bir süre durakladı. Gözleri salonda gezindi. Her bir rütbeli istekle ona bakıyordu. Kahin, Kraliçenin askerinin geri döndürüleceğini tahmin ettiği için saklı büyüye sahip rütbelisini gönderecekti. Kraliçenin askeri büyüsünden sonsuza kadar kurtulmuş olacaktı. Tabi, ortada bir büyücü kalmışsa… Yine de işini riske atamazdı. Direnişçiler içinde belki de bir başka saklı büyü ustası olabilirdi. Kraliçenin askerine ulaşmışlarsa bir başka güçlü saklı büyücüye de ulaşmış olabilirlerdi.
“Putamen… Sen gidiyorsun, Clet’e söyle derhal bir ordu hazırlıklarına da başlasın. Daha önce planladığımız askeri düzene sadık kalmasını iletmeni istiyorum. Aynı şekilde bana attığın her adımı, karşılaştığın her rütbeliyi iletmeni de istiyorum. Özellikle saklı büyüye sahip bir rütbelileri var mı merak ediyorum.”
İsimsiz rütbeli aldığı cevaptan memnun değildi ve küçük kıza dönüşmüştü. Aynı şekilde bir ulak olarak kullanılmakla aşağılanmış olan Putamen’in de yüz hatları sertleşmişti. Azul ise oturduğu yerden isimsizin tepkilerine bakıyordu. Adı kadar emindi ki kahin gider gitmez isimsiz sızlanacaktı. Şimdiden dudaklarını büzüp Azul’un ceketini çekiştiriyordu. İsimsiz fısıltıyla, “Biz de gidelim” dedi. Azul onu hiçbir zaman kıramamıştı. Kahine dönerek en kibar halini takındı. Normalde yüzünde bariz bir alay olurdu ancak bu sefer mecbur hissediyordu.
“Bizim de gitmemize izin verin kralım. Yani bilirsiniz, sadece savaşta acil bir durum olursa diye. Bu kadar iddialı bir guruba karşı tek başına onu göndermek olmaz değil mi?”
Putamen tek başına yeteceğini biliyordu bu yüzden güldü. Kahin ise bu isteği bu sefer kırmadığını gösteren bir hareketle izin verdi.
***
Anjaya biraz garip hissediyordu. Bir aylık eğitim sırasında Zess ile hiçbir şekilde karşılaşmamıştı. Şimdiyse yanında olması garip hissettiriyordu. Birkaç kez yanına gitmeye çalışmıştı ama o kadar soğuk birisiydi ki Anjaya söverek ayrılmak zorunda kalmıştı.
Henüz daha bir varis onlarla değildi. Onun da kendileri gibi hazırlanıp hazırlanmadığını merak ediyordu. Bir aylık eğitim zarfında kaç kez öldüğünü görmüş, kaç kez yenilmişti bilmiyordu. Ancak sonunda isimsize karşı tam anlamıyla güçlenmişti. Ustaları geçecek bir güce sahip olabileceği aklına bile gelmiyorken, rütbelilere denkti artık. Utanç rahibi ise huzura kavuşacak gibi görünüyordu.
Nita ile çalışmalar sırasında yakınlaşma denemeleri başarıya ulaşacak gibi duruyordu. Hayatı daha yolunda sayılırdı. Geriye tek bir şey kalıyordu: ölmemek!
Amber’ın savaştan nasıl haberdar olduğunu bilmiyordu. Onlara pek fazla şey söylenmiyordu. Etraflarındaki herkesten şüphe duymaya başlamışlardı. Sarayın onlara giydirdiği abartılı kıyafetlerle yürümeye ve hatta bunlara tek bir toz bile dokunmadan savaşmaya alışmışlardı. Anjaya kendi evinin asi çocuğuydu. Bu işlemeli ceketlere dokunmaktansa çıplak gezmeyi tercih ettiği için hep azar işitmişti. Ama şansı ona bu sefer rütbeli ceketini layık görecek gibiydi.
Rütbelilerin o armalı, göğsü nişanlarla donatılmış, hanedanların saygı iğneleri takılmış süslü ceketleri… Düşündükçe istemiyordu Anjaya, şu anki giyimine razıydı.
Yedi rütbeli adayı gün sona ermeden Dulkadınlar’a ulaşmışlardı. Seyrekkeçi Dağları önlerinde uzanırken güzel bir handa konaklamışlardı. Anjaya gergin hissediyordu. Zess’in o umursamaz ve ukala bakışını taklit etmeye çalışırken ona yakalanmıştı. Zess’in dudaklarının kıvrımları saniyelik bir yukarıya kalkmış ancak Anjaya daha onun kendisiyle içten içe dalga geçtiğini anlamadan düzelmişti.
Gerginlik ağır bir uyku gibi zaman yaklaştıkça hepsini sarmıştı. Bundan başarılı çıkan iki kişi Faye ile Zess birbirlerine nefret içerikli bakışlar atmakla meşgullerdi. Nita defterini uyurken bile açık tutmaya başlamıştı. Sreren içine kapanmıştı. Ziguic ise tedirginliğini olgun davranışlarla maskeliyordu. Jamahe’nin ağzını bıçak açmıyordu. Kollarını birbirine bağlamıştı.
Güzel görünen yemeğe iştahla bakan tek bir kişi bile yoktu. Çok geçmeden Nita ve Faye muhabbet etmeye koyuldular. Erkekler ise kendi aralarında bir sohbete başladılar. Bu durumu değiştirmese de ortamın havasını değiştiriyordu. Zess ile Faye’nin bir ara bakışları kesişti ama bu pek de iyi olmadı. Onlar farkında bile olmadan masadaki tüm bardaklar ardı ardına patladı. Bakışları ise birbirine odaklanmaya devam etti.
Zess, Faye’nin nereden tanıdık geldiğini hatırlamaya çalışıyordu. Ancak hafızası pek yardımcı olmuyordu. Faye ise onu tanımış görünüyordu. Bakışlarıyla onu yakmak istiyordu. Zess önceden kötü bir şekilde reddetmiş olup olmadığını anımsamaya çalıştı ancak bu kızı reddetmezdi, mantıklı gelmedi.

0 yorum:

Yorum Gönder