Yüksek duvarların
çevrelediği yemek salonu uzunca bir masanın etrafında sade bir tasarıma
sahipti. Ancak duvar süslemelerinin, tavandaki dekorların bu eşyasal sadeliğe
katılmadığı açıktı. Altın işlemeli perdeler, boydan boya camdan bir duvarın
ardında görünen muhteşem orman manzarasını güzelce çerçevelemişti.
Masa oldukça ağır
görünüyordu. Nita masaların hangi ağaçtan yapıldığını ya da kalitesini
anlamazdı ama bildiği bir şey varsa bu masayla kasabada bir ev alınabilirdi.
Duvarlar kavuniçi
renginde ve oldukça sıcaktı. Birkaç tablonun ve göz alıcı işlemelerin dışında
pek bir takısı yoktu. Perdeler ise bordo ve beyaz renklerdeydi. Üstlerindeki
tüller ise tamamen işlemelerden ve boncuklardan oluşuyordu. Perdelerin
kenarlarındaki tokalarında direniş sembolü ve on üç farklı rengin püskülleri
bulunuyordu.
Anjaya uzun yemek
masasında somurtarak oturuyordu. Bilekleri sızlıyordu. Birkaç kez kırdığı için
her ne kadar şifa alsa da bu sızlama yakında geçecek değildi. Masadaki diğer
herkes de neredeyse kendisi gibiydi. Yenilgi yüzünden Ziguic’in gizlice –tabi
Anjaya’nın arkasında olduğunu görmemişti- bir duvara yaslanıp ağladığını
görmüştü. Ziguic kaybetmeyi kaldıramazdı ancak Putamen ile karşılaşacaktı.
Putamen Aerok… İsmi bile ürpermesine neden oluyordu. Velint’ten bile daha güçlü
olabileceğini duymuştu. Yine de Velint kahinin en yakınındaki rütbeliydi ve en
güçlünün o olduğu iddia ediliyordu.
Masadaki yemekler bu
kadar lezzetli görünmeseydi hiçbir şekilde yemek istemiyordu. Ancak midesinde
boş yer kalmamıştı. Tatlı servisi de yapıldıktan sonra hizmetkarlar dışarıya
çıkmıştı. Yemek salonunda altı rütbeli adayından başka kimse yoktu.
Anjaya şaşkınlıkla
diğerleri kadar karamsar olmayan ikiliye odaklandı. Çapraz bağladığı kollarının
arasına kafasını koyarak bir süre masaya yaslandı. Bu sürede onlara kulak
kesilmiş, konuşmalarını dinliyordu.
Nita ve Faye karşılıklı
olarak oturmuşlardı masada. Ortamın gerginliğini paylaşmaktansa neşeli görünen
bir sohbete tutulmuşlardı. Nita’nın önünde kalın görünen ve neredeyse her
sayfasının arasına renkli kağıtlar tıkıştırılmış bir defter ve iki farklı kalem
duruyordu. Yemek masasında bile defter ve
kalem taşıyor, tuhaf çiftçi kızı.
Faye ise ilk defa bu
kadar konuşuyordu. Anjaya o kızın ağzını bıçak açmaz halinden, Nita’nın yanına
geldiği hali tercih ederdi. Jamahe ve Sreren ise uzun süren kavgalarının
ardından nihayet beraber konuşuyorlardı. Jamahe her zamanki gibi şikayet
ediyordu, Sreren ise kendini tutmaya çalışıyordu. Sreren her ne kadar sessiz
biri olsa da çabuk öfkelenirdi.
Anjaya, Nita ve
Faye’nin yeşil cüppeli efsane ustasının yakışıklılığından konuşmasından
hoşlanmıyordu. Artık yeşil renginden bile hoşlanmıyordu. Ama muhabbetlerine
dahil olmanın veya konularını değiştirmenin bir yolunu da bilmiyordu. Nita ile
çok fazla yalnız da kalamıyordu. Kızın bir yerde durduğu yoktu. O esnada
Nita’nın yüzü durgunlaşmıştı. Anjaya kızın her anını incelediği için artık
düşüncelerini okumaya başlayacaktı. Gerçi okusa bile kesin yanlış anlardı.
“Hala bir kez
kazanamadım.”
“Ben de… Drou
kazanlarında yanayım ki ben de! Ne zaman kazanacak kadar yakınlaşsam saklı
büyüye başvuruyor ve hepinizin öldüğünü ve büyüsünün o güçle bana ve her şeye
saldırdığını görüyorum. Yasak büyüyü ağaçların bile ruhunu çalacak şekilde
kullanıyor, hiçbir canlıya saygısı yok!”
“Kendine bu kadar
yüklenme Faye! Bunu başaracağız eminim.”
“Başaracak birisi varsa
bu sensin Nita! Odanu gördüm, neredeyse duvarlara ve pencere kenarlarına bile
notlar alıyorsun.”
“Eh, evet o notlar…
Eski alışkanlığım. Ama gözümden kaçacak tek bir şeyin kutsal görevimizde bize
engel olmasını istemiyorum. Özellikle ablamın bu kadar çektiği sıkıntıdan
sonra… Onun kazanmasını çok istiyorum.”
Anjaya da bir kez bile
kazanamamıştı. Masada birinin kazanıp kazanmadığını da bilmiyordu. Nita’nın
abla derken kastettiği kişiyi az çok tahmin ediyordu. Kendisi de onun
kazanmasını tüm kalbiyle istiyordu. Altıncı günü geride bırakmışlardı ve her
seferinde Anjaya biraz daha güçlendiğini hissediyordu. Buna rağmen
yetişemiyordu. Kuklası ile bütünleşmesinin ona verdiği yüksek güce rağmen
ustayla ancak denkleşiyordu ve bu durumda da tecrübesiyle Anjaya’yı eziyordu.
Artık savaşları daha uzun sürmeye başlamıştı bir de… Bittiğinde tüm gün arkada
kalmış, gece karanlığıyla buyur edilmiş oluyordu.
Nita ve Faye
konuşmalarına devam ediyordu. Anjaya’nın da dinlemekten daha iyi bir iş aklına
gelmiyordu.
“Bu kadar güçlü
illüzyonu nasıl yaptılar anlamıyorum. Tamamen gerçek gibi… Karşımdaki gerçekten
de altıncı rütbeli Azul gibi.”
“İllüzyon mu? Doğrusu
ben de bunun bir illüzyon olduğunu düşünüyorum. Hangi şifacı olursa olsun o bir
gecede tedavi edemez çünkü. Azul’u görmüş müydün? Ben gücüne şahit olup da sağ
kalanların sadece o üç kişi olduğunu biliyordum.”
“Saraya bir hain olarak
giren Luza’yı tanıyordum. Bir kez eğlence amaçlı tanışmak istemiştim. Yani
gücünü biliyorum. Ve o üçü kara sınırlara alındıklarında gizlice izlemiştim.”
Anjaya sadece
kendisinin değil, tüm masanın Luza ismini duymasıyla onlara baktığını fark etmişti.
Ve merakla sordu.
“Gizlice izlemeyi nasıl
başardın sen? Hepimiz alandan zorla çıkartıldık!”
Nita elindeki defteri
gösterdi. Kız ilginç bulduğu tüm büyüleri defterine kaydediyordu. Ve o alanı
izleyecek riske girmesinin nedeni ise Rabi idi. Aşık bir kızın saçma
hareketleri sınırsızdı. Tabi bunun cezasını çok kötü almıştı. Kullandığı
büyünün laneti nedeniyle bir hafta kadar gözlerini kullanamamıştı. Sayfa
sonlarını okumamanın karşılığını iyi öğrenmişti.
“İllüzyon büyüsü ile
kendi güçlerini birleştirerek kullanıyorlar çünkü.”
Jamahe’ye aitti ses.
Konuşmaya katılmıştı ve devam etti.
“O saklı büyüye rağmen
hiçbirimizin ölmemesi ve sadece senin bunu görmenden dolayı artık emin oldum.
Karşımızdakiler gerçek rütbeliler. Ve hatta belki de biz sadece önümüzdekini
görüyoruzdur, ellerindeki bilgi sınırlı. Belki de rütbeliler burada
karşılaştıklarımızdan bile daha büyük canavarlardır.”
Anjaya büyü sırasında
bir başkasının varlığından bahseden kuklasını anımsamıştı. Bu kadar çok kişiye
hayal gösterecek kadar güçlü bir illüzyonist var mıydı? Kitle illüzyonu bir gün
boyunca dayanamazdı ki? Ve her gün sabahın ilk saatlerinden akşamın
başlangıcına kadar… Ve her seferinde hiçbir adayın anlamayacağı kadar…
“Zess…”
Tüm kafalar bir kez
daha Nita’ya dönmüştü.
“Azul ve isimsize karşı
da böyle bir büyü kullanmış ve onları püskürtmüştü. Ama o zaman savaşın sonunda
büyü yolları paramparça olmuştu. Demek ki kendini bu kadar geliştirmiş.”
Ziguic ilk kez masada
konuşuyordu:
“Bu büyünün ona ait
olduğunu nereden biliyorsun? Bu kadar güçlü birinin olmasına imkan yok!”
“Belki vardır.”
Bu yabancı sesi
duymalarıyla şaşırmışlardı hepsi. Etraflarına bakındılar ama hiç kimseyi
göremediler. Nihayet perdelerin duvarla kesiştiği yerde bir dalgalanma oldu ve
birisi görünüverdi.
“Yemek sohbetinizi merak
ettiğim için izinsizce giriş yaptım. Yerdibi sarayında her kuralı bozan biri
olarak tanındığımı biliyorsunuz sanırım. Bu yüzden kendi alışkanlığım için özür
diliyorum.”
Kumral gencin
dudaklarının kıvrımları yukarıya kalkmış, alaycı bir gülümseme suratına
yerleşmişti. Ziguic ise ona dönerek sordu.
“Yerdibi sarayında
gözden kaçırma büyüsü? Bu sadece sözde bir kural değildir, yapılması da
engellenmiştir.”
“Görünüm değiştirme,
gözden kaçma gibi engellenmiş bu büyülerin oldukça kolay bir erişimi de var.
Tanımayanlar için kendimi tanıtmama izin verin Zess en Rounrard. İllüzyonisz
sınıfı rütbeli adayı, Geus en Rounrard’ın öğrencisi ve kahinin rütbelisi Velint
en Rounrard’ın yeğeniyim. Bu yaklaşık bir hafta boyunca da eğitmeniniz olarak
görev aldım. Vazgeçilenin hafıza hediyesi ile tahmin ettiğiniz gibi bire bir
rütbelilerle karşılaştınız. Efsane ustalar da bana güçlerini vererek yardımda
bulundular. Umarım beğenmişsinizdir. Ve Nita… O oyunda seyircisiz olmayı tercih
ederdim. Umarım bir daha olmaz bu.”
Yemek masasında altı
kişiden mırıltılar yükseliyordu. Ve Faye, Nita’nın sarsmasıyla kendine
gelebilmişti. Kız ayağa kalktı. İlk eline aldığı şeyi Zess’e doğru fırlattı.
“Acımasız pislik!
Onların öldüğünü gördüğümde ne hale geldim haberin var mı senin?”
Zess böyle bir tepkiyi
bu kadar uslu duran bir kızdan beklemiyordu. Aslında her birinden tepki almayı
bekliyordu. Üzerine doğru gelen bardaktan hafifçe kafasını sağa kaydırarak
sıyrılmıştı. Ve suratındaki tüm gülümsemeyi daha vahşileştirerek sarıgözlerini
kızın tam gözlerine dikti. Kız ise ona aynı şekilde cevap verdi.
“Ne bekliyordunuz?
Rütbelilerin gücü gördüğünüz kadar belki de daha fazlası. Bu eğitim bu kadar
ağır olmak zorundaydı. Kendinizi geliştirmeyi ve bir yolunu bulmayı
başaramazsanız o gördükleriniz bire bir olacak. Belki de daha kötüsü!
Vazgeçilenin zavallı gözyaşlarının gördüğü her şey şu an burada duruyor. Ve ben
size karşı kullanıyorum. Ne benden ne de rütbelilerden merhamet dilenmeyin! Ve
eğer bu size fazla geliyorsa vazgeçin gidin! Böyle aptallıklarla karşılaşmak
istemiyorum.”
Zess çok öfkelenmişti.
Nita öfkesinin nedenini anlayabiliyordu. O yüzlerce kez kurtardıklarının
öldürülüşüne şahit olmuştu. Ailesinin yanışına şahit olmuştu. Bir eğitimde bile
böyle isyan edecek birinin varlığını küçümsüyordu. Faye’nin ise neden bu kadar
tepki verdiğini anlamıyordu.
“Bir haftanız kaldı. Bu
sınavlarda başarılı olmak zorundasınız. Bundan sonra burada olmayacağım. Daha
sonra görüşeceğiz tabi…”
Anjaya kıskançlıkla
karışık bir hayranlık hissediyordu. Bakışlarıyla masadaki herkesi susturmuştu
çünkü.
“Sen! Velint’i
yenebildin mi?”
“Evet. Ve
bardaklarınızdaki suyu sonuna kadar için…”
Zess bu son sözü
söyledikten sonra yemek salonunu terk etmişti. Hiç de arkadaş canlısı değildi.
Ancak niyeti de arkadaş edinmek değildi. Onları uyarmak ve eğitimi hızlandırmak
istiyordu. Aldığı sonuçtan ve elde ettikleri ilerlemeden memnundu. Bu gidişle
tahmin ettiği süreden daha kısa zamanda onlarla yarışacak kadar güçlü olacaklardı.
Kendi eğitimi de aslında burada kitle büyüsüydü. En hızlı illüzyon bu şekilde
gerçekleşirdi.
Onun gitmesiyle her
biri bardaklarına baktılar. Beyefendi bir de giderken emir veriyordu. Zess’in
onlar görmeden bir damla kan kattığı suları neden içmeleri gerektiğini de
anlamamışlardı. Onlara Nita açıkladı.
“Zess yeteneklere karşı
bağışıklık kazanabilir. Bu çoğu zaman direncini arttırıyor yani tamamen
karşısındaki büyüyü silmiyor. Azul ile karşılaştığı için rütbelilerin kanındaki
zehre de bağışıklığı olmalı. Bu nedenle de bizimle bunu paylaşmış olmalı.
Lütfen için… Onu tanırım, hiçbir zaman iyi davranmayı beceremez ve göründüğü
gibi kötü biri değildir.”
Faye eliyle bardağı
yere fırlattı. O anda Nita geriye sarma diye bilinen ufacık bir büyüyü
kullandı. Saniyeler içinde bardak masaya geri döndü.
“Velint’in soyundanmış!
Bir hain olmadığı nereden belli? Kim ona inanıyor? Şımarık veletin teki!”
Nita, Faye’ye öyle bir
bakış atmıştı ki tokat atsa bu kadar etkilemezdi. Sesini yükselterek, hatta
zaman zaman bağırarak konuştu.
“Bir hain olmaz. Ailesi
Velint tarafından gözünün önünde yok edildi. Bu yüzden de ona bu şekilde
davranarak asıl suçlu sensin Faye. Seni ilk defa böyle görüyorum. Yardım ediyor
ve bunun için çaba sarf ediyor. O kitle illüzyonunun onda ne zararlar verdiğini
düşünmeden hareket etme.”
Nita, Zess’i anlıyordu.
Zess kendini acıyla eğitiyordu. Nita elinden geldiğinde ikna ederek konuşmaya
çalıştı. İlk bardağa uzanan ise Anjaya olmuştu. Anjaya bardağı havaya
kaldırırken gülümseyerek Nita’ya bakıyordu.
“Sonuçta daha dirençli
olacağız. O lanetlerin kanları deli gibi yakıyordu. Bu kazanmamı sağlayacaksa
kimden geldiğinin bir önemi yok.”
Nita onun bardağı bir
dikişte bitirişini görünce sevindi ve devam etti.
“Rütbelilerin kanları
sadece acıtmıyor.”
Elindeki defterin
kırmızı bantlanmış bir sayfasını açtı ve oradan okudu:
“Zehir bulaştığı kişiyi
tıpkı Drou kanları gibi sömürür, birkaç ayda en güçlü savaşçı bile
arındırılmazsa ölür.”
Bu okuduğu cümle
herkesin bardaklarına nimetmiş gibi bakmasını sağlamıştı, Faye hariç. Faye
kendisiyle tüm görüşlerin zıt olduğu Guna Arkmal ile karşılaşacaktı çünkü. Faye
yaşayan her şeyin bir ruhu olduğuna ve acı çekeceklerine inanırdı. Saklı büyüde
hayvanları kullanmaya mecbur kaldığında özür dileyerek devam etmişti. Nita onun
bu konuda takıntısını aşacağını umuyordu. Ancak savaşları sırasında ne olduğunu
görmediği için neden bu kadar öfkelendiğini bilmiyordu.
Nita masadaki herkesin
hatta Faye’nin bile içtiğinden emin oldu. Zess’in geçmişinden bahsetmek
herkesin ona karşı acıma duygusunu geliştirmişti. Yaptığı ukala giriş,
saygısızca masadaki muhabbeti dinlemek ve diğer küçümseme içeren bakışlar ve en
son da emrederek çıkış… Zess nefret kazanmak için doğmuş olmalıydı. Hepsinin
etkisini silmeye uğraştı. Nita bunu başardığını anlarken içinden bolca
gülüyordu. Bir dahaki karşılaşmada Zess hepsinin bu düşüncelerini fark edince
çıldıracak, yıkmak için çabalayacaktı. Ama ne kadar kaba davranırsa davransın
takım arkadaşı olmayı başaracaklardı.
Nita’nın tahmin ettiği
gibi bir süre sonra sorular ona dönmüştü. Savaşın nasıl olduğunu soruyorlardı. Nits ise kısaca özetlemişti. Varisin hançerleri kullandığına şahit olduğunu,
onların iki rütbeliyi püskürttüklerini ancak izleme sırasında lanetten
yaralandığı için sadece bunları hatırladığını söylemişti.
O esnada Zess
şifacıların yanına gidiyordu. Cesede dönmüştü ama inadından dolayı yine de
sırtı gergin ve başı dimdik duruyordu. Daha bir de büyü kullanıp onları
dinlemeye kalmıştı. Doğrusu duyduğu şeyden dağlar kadar olan kibri biraz daha
artmıştı.
Bembeyaz yatakları
görünce birinin üzerine attı kendini. Güzel şifacısını beklemeye başladı.
Gözünde bir damla uyku yoktu. Daha bir hafta buna katlanması gerekiyordu. Onun
amacı sadece Velint’i yenmek değildi. Amber’ın etkilenmesini de istiyordu. Kız
kendini diri diri gömmüştü. Kendisi de gömebilirdi. Gerçi bu kalabalık
illüzyonlar gömülmek kadar kötüydü.
Amber’ın gücünün
yükselişine tanıklık etmişti. Hoşuna gidiyordu bu.
Çok geçmeden şifacısı
yanında belirdi. Bu sefer ihtiyar da yanındaydı.
“Velint’i yendiğinden
bahsetmişsin.”
“Her yeri dinliyor
musun?”
“Bunu benim
illüzyonumun etkisinde başarmış olman-”
“Sadece senin değil
birkaç efsane ustanın da güç vermesi gerekti. Sen artık bana yetişemiyorsun
unutma.”
İhtiyar sözünü kesmenin
karşılığı olarak hafifçe vurmuştu. Ancak Zess belli etmemeye çalışsa da acıdan
gözleri dolmuştu.
“Şu halinle hafif bir
dokunuşu kaldıramıyorsun ama dilin zehir gibi. Beni dinle oğlum… Sunak nehri
sizin öylece kazanmanıza izin vermeyecektir. Şimdi gücünün denk olduğunun
hayallerini kuruyor olabilirsin ancak onlar da aynı sürede güçlenmeye devam
edecekler. Hem de iblisin aldığı canlar ile… Amber yakında tertip istemeye
hazırlanıyor biliyorsun. Tertibi duydukları anda ne silahlar ile ne büyüler ile
donanacaklarını iyi düşün. Bunun asla eşit bir savaş olmayacağını da aklından
çıkartma.”
Şifacıdan bir
süreliğine izin istedi ihtiyar. Kadın odadan çıktığındaysa konuşmaya devam
etti.
“Amber’ın güç durumu
nasıl?”
Zess küçükken de
yaptığı yaramazlıklardan sonra mutlaka ihtiyara yakalanırdı. İhtiyar, onun her
fırsatta kızın yanına kaçtığından haberdar olmasaydı şaşardı.
“Muhteşem oldu… Bu
kadarını beklemiyordum. Ama onun için de son bir sınav var. Azizlerin kendisini
test edeceğinden bahsediyordu.”
“Gök ruhları içimizi
aydınlatsın, bu çok güzel bir haber.”
Ruh Bedene Şekil Verdi Bölüm 26