23 Eylül 2014 Salı

Ruh Bedene Şekil Verdi Bölüm 26

Yüksek duvarların çevrelediği yemek salonu uzunca bir masanın etrafında sade bir tasarıma sahipti. Ancak duvar süslemelerinin, tavandaki dekorların bu eşyasal sadeliğe katılmadığı açıktı. Altın işlemeli perdeler, boydan boya camdan bir duvarın ardında görünen muhteşem orman manzarasını güzelce çerçevelemişti.
Masa oldukça ağır görünüyordu. Nita masaların hangi ağaçtan yapıldığını ya da kalitesini anlamazdı ama bildiği bir şey varsa bu masayla kasabada bir ev alınabilirdi.
Duvarlar kavuniçi renginde ve oldukça sıcaktı. Birkaç tablonun ve göz alıcı işlemelerin dışında pek bir takısı yoktu. Perdeler ise bordo ve beyaz renklerdeydi. Üstlerindeki tüller ise tamamen işlemelerden ve boncuklardan oluşuyordu. Perdelerin kenarlarındaki tokalarında direniş sembolü ve on üç farklı rengin püskülleri bulunuyordu.
Anjaya uzun yemek masasında somurtarak oturuyordu. Bilekleri sızlıyordu. Birkaç kez kırdığı için her ne kadar şifa alsa da bu sızlama yakında geçecek değildi. Masadaki diğer herkes de neredeyse kendisi gibiydi. Yenilgi yüzünden Ziguic’in gizlice –tabi Anjaya’nın arkasında olduğunu görmemişti- bir duvara yaslanıp ağladığını görmüştü. Ziguic kaybetmeyi kaldıramazdı ancak Putamen ile karşılaşacaktı. Putamen Aerok… İsmi bile ürpermesine neden oluyordu. Velint’ten bile daha güçlü olabileceğini duymuştu. Yine de Velint kahinin en yakınındaki rütbeliydi ve en güçlünün o olduğu iddia ediliyordu.
Masadaki yemekler bu kadar lezzetli görünmeseydi hiçbir şekilde yemek istemiyordu. Ancak midesinde boş yer kalmamıştı. Tatlı servisi de yapıldıktan sonra hizmetkarlar dışarıya çıkmıştı. Yemek salonunda altı rütbeli adayından başka kimse yoktu.
Anjaya şaşkınlıkla diğerleri kadar karamsar olmayan ikiliye odaklandı. Çapraz bağladığı kollarının arasına kafasını koyarak bir süre masaya yaslandı. Bu sürede onlara kulak kesilmiş, konuşmalarını dinliyordu.
Nita ve Faye karşılıklı olarak oturmuşlardı masada. Ortamın gerginliğini paylaşmaktansa neşeli görünen bir sohbete tutulmuşlardı. Nita’nın önünde kalın görünen ve neredeyse her sayfasının arasına renkli kağıtlar tıkıştırılmış bir defter ve iki farklı kalem duruyordu. Yemek masasında bile defter ve kalem taşıyor, tuhaf çiftçi kızı.
Faye ise ilk defa bu kadar konuşuyordu. Anjaya o kızın ağzını bıçak açmaz halinden, Nita’nın yanına geldiği hali tercih ederdi. Jamahe ve Sreren ise uzun süren kavgalarının ardından nihayet beraber konuşuyorlardı. Jamahe her zamanki gibi şikayet ediyordu, Sreren ise kendini tutmaya çalışıyordu. Sreren her ne kadar sessiz biri olsa da çabuk öfkelenirdi.
Anjaya, Nita ve Faye’nin yeşil cüppeli efsane ustasının yakışıklılığından konuşmasından hoşlanmıyordu. Artık yeşil renginden bile hoşlanmıyordu. Ama muhabbetlerine dahil olmanın veya konularını değiştirmenin bir yolunu da bilmiyordu. Nita ile çok fazla yalnız da kalamıyordu. Kızın bir yerde durduğu yoktu. O esnada Nita’nın yüzü durgunlaşmıştı. Anjaya kızın her anını incelediği için artık düşüncelerini okumaya başlayacaktı. Gerçi okusa bile kesin yanlış anlardı.
“Hala bir kez kazanamadım.”
“Ben de… Drou kazanlarında yanayım ki ben de! Ne zaman kazanacak kadar yakınlaşsam saklı büyüye başvuruyor ve hepinizin öldüğünü ve büyüsünün o güçle bana ve her şeye saldırdığını görüyorum. Yasak büyüyü ağaçların bile ruhunu çalacak şekilde kullanıyor, hiçbir canlıya saygısı yok!”
“Kendine bu kadar yüklenme Faye! Bunu başaracağız eminim.”
“Başaracak birisi varsa bu sensin Nita! Odanu gördüm, neredeyse duvarlara ve pencere kenarlarına bile notlar alıyorsun.”
“Eh, evet o notlar… Eski alışkanlığım. Ama gözümden kaçacak tek bir şeyin kutsal görevimizde bize engel olmasını istemiyorum. Özellikle ablamın bu kadar çektiği sıkıntıdan sonra… Onun kazanmasını çok istiyorum.”
Anjaya da bir kez bile kazanamamıştı. Masada birinin kazanıp kazanmadığını da bilmiyordu. Nita’nın abla derken kastettiği kişiyi az çok tahmin ediyordu. Kendisi de onun kazanmasını tüm kalbiyle istiyordu. Altıncı günü geride bırakmışlardı ve her seferinde Anjaya biraz daha güçlendiğini hissediyordu. Buna rağmen yetişemiyordu. Kuklası ile bütünleşmesinin ona verdiği yüksek güce rağmen ustayla ancak denkleşiyordu ve bu durumda da tecrübesiyle Anjaya’yı eziyordu. Artık savaşları daha uzun sürmeye başlamıştı bir de… Bittiğinde tüm gün arkada kalmış, gece karanlığıyla buyur edilmiş oluyordu.
Nita ve Faye konuşmalarına devam ediyordu. Anjaya’nın da dinlemekten daha iyi bir iş aklına gelmiyordu.
“Bu kadar güçlü illüzyonu nasıl yaptılar anlamıyorum. Tamamen gerçek gibi… Karşımdaki gerçekten de altıncı rütbeli Azul gibi.”
“İllüzyon mu? Doğrusu ben de bunun bir illüzyon olduğunu düşünüyorum. Hangi şifacı olursa olsun o bir gecede tedavi edemez çünkü. Azul’u görmüş müydün? Ben gücüne şahit olup da sağ kalanların sadece o üç kişi olduğunu biliyordum.”
“Saraya bir hain olarak giren Luza’yı tanıyordum. Bir kez eğlence amaçlı tanışmak istemiştim. Yani gücünü biliyorum. Ve o üçü kara sınırlara alındıklarında gizlice izlemiştim.”
Anjaya sadece kendisinin değil, tüm masanın Luza ismini duymasıyla onlara baktığını fark etmişti. Ve merakla sordu.
“Gizlice izlemeyi nasıl başardın sen? Hepimiz alandan zorla çıkartıldık!”
Nita elindeki defteri gösterdi. Kız ilginç bulduğu tüm büyüleri defterine kaydediyordu. Ve o alanı izleyecek riske girmesinin nedeni ise Rabi idi. Aşık bir kızın saçma hareketleri sınırsızdı. Tabi bunun cezasını çok kötü almıştı. Kullandığı büyünün laneti nedeniyle bir hafta kadar gözlerini kullanamamıştı. Sayfa sonlarını okumamanın karşılığını iyi öğrenmişti.
“İllüzyon büyüsü ile kendi güçlerini birleştirerek kullanıyorlar çünkü.”
Jamahe’ye aitti ses. Konuşmaya katılmıştı ve devam etti.
“O saklı büyüye rağmen hiçbirimizin ölmemesi ve sadece senin bunu görmenden dolayı artık emin oldum. Karşımızdakiler gerçek rütbeliler. Ve hatta belki de biz sadece önümüzdekini görüyoruzdur, ellerindeki bilgi sınırlı. Belki de rütbeliler burada karşılaştıklarımızdan bile daha büyük canavarlardır.”
Anjaya büyü sırasında bir başkasının varlığından bahseden kuklasını anımsamıştı. Bu kadar çok kişiye hayal gösterecek kadar güçlü bir illüzyonist var mıydı? Kitle illüzyonu bir gün boyunca dayanamazdı ki? Ve her gün sabahın ilk saatlerinden akşamın başlangıcına kadar… Ve her seferinde hiçbir adayın anlamayacağı kadar…
“Zess…”
Tüm kafalar bir kez daha Nita’ya dönmüştü.
“Azul ve isimsize karşı da böyle bir büyü kullanmış ve onları püskürtmüştü. Ama o zaman savaşın sonunda büyü yolları paramparça olmuştu. Demek ki kendini bu kadar geliştirmiş.”
Ziguic ilk kez masada konuşuyordu:
“Bu büyünün ona ait olduğunu nereden biliyorsun? Bu kadar güçlü birinin olmasına imkan yok!”
“Belki vardır.”
Bu yabancı sesi duymalarıyla şaşırmışlardı hepsi. Etraflarına bakındılar ama hiç kimseyi göremediler. Nihayet perdelerin duvarla kesiştiği yerde bir dalgalanma oldu ve birisi görünüverdi.
“Yemek sohbetinizi merak ettiğim için izinsizce giriş yaptım. Yerdibi sarayında her kuralı bozan biri olarak tanındığımı biliyorsunuz sanırım. Bu yüzden kendi alışkanlığım için özür diliyorum.”
Kumral gencin dudaklarının kıvrımları yukarıya kalkmış, alaycı bir gülümseme suratına yerleşmişti. Ziguic ise ona dönerek sordu.
“Yerdibi sarayında gözden kaçırma büyüsü? Bu sadece sözde bir kural değildir, yapılması da engellenmiştir.”
“Görünüm değiştirme, gözden kaçma gibi engellenmiş bu büyülerin oldukça kolay bir erişimi de var. Tanımayanlar için kendimi tanıtmama izin verin Zess en Rounrard. İllüzyonisz sınıfı rütbeli adayı, Geus en Rounrard’ın öğrencisi ve kahinin rütbelisi Velint en Rounrard’ın yeğeniyim. Bu yaklaşık bir hafta boyunca da eğitmeniniz olarak görev aldım. Vazgeçilenin hafıza hediyesi ile tahmin ettiğiniz gibi bire bir rütbelilerle karşılaştınız. Efsane ustalar da bana güçlerini vererek yardımda bulundular. Umarım beğenmişsinizdir. Ve Nita… O oyunda seyircisiz olmayı tercih ederdim. Umarım bir daha olmaz bu.”
Yemek masasında altı kişiden mırıltılar yükseliyordu. Ve Faye, Nita’nın sarsmasıyla kendine gelebilmişti. Kız ayağa kalktı. İlk eline aldığı şeyi Zess’e doğru fırlattı.
“Acımasız pislik! Onların öldüğünü gördüğümde ne hale geldim haberin var mı senin?”
Zess böyle bir tepkiyi bu kadar uslu duran bir kızdan beklemiyordu. Aslında her birinden tepki almayı bekliyordu. Üzerine doğru gelen bardaktan hafifçe kafasını sağa kaydırarak sıyrılmıştı. Ve suratındaki tüm gülümsemeyi daha vahşileştirerek sarıgözlerini kızın tam gözlerine dikti. Kız ise ona aynı şekilde cevap verdi.
“Ne bekliyordunuz? Rütbelilerin gücü gördüğünüz kadar belki de daha fazlası. Bu eğitim bu kadar ağır olmak zorundaydı. Kendinizi geliştirmeyi ve bir yolunu bulmayı başaramazsanız o gördükleriniz bire bir olacak. Belki de daha kötüsü! Vazgeçilenin zavallı gözyaşlarının gördüğü her şey şu an burada duruyor. Ve ben size karşı kullanıyorum. Ne benden ne de rütbelilerden merhamet dilenmeyin! Ve eğer bu size fazla geliyorsa vazgeçin gidin! Böyle aptallıklarla karşılaşmak istemiyorum.”
Zess çok öfkelenmişti. Nita öfkesinin nedenini anlayabiliyordu. O yüzlerce kez kurtardıklarının öldürülüşüne şahit olmuştu. Ailesinin yanışına şahit olmuştu. Bir eğitimde bile böyle isyan edecek birinin varlığını küçümsüyordu. Faye’nin ise neden bu kadar tepki verdiğini anlamıyordu.
“Bir haftanız kaldı. Bu sınavlarda başarılı olmak zorundasınız. Bundan sonra burada olmayacağım. Daha sonra görüşeceğiz tabi…”
Anjaya kıskançlıkla karışık bir hayranlık hissediyordu. Bakışlarıyla masadaki herkesi susturmuştu çünkü.
“Sen! Velint’i yenebildin mi?”
“Evet. Ve bardaklarınızdaki suyu sonuna kadar için…”
Zess bu son sözü söyledikten sonra yemek salonunu terk etmişti. Hiç de arkadaş canlısı değildi. Ancak niyeti de arkadaş edinmek değildi. Onları uyarmak ve eğitimi hızlandırmak istiyordu. Aldığı sonuçtan ve elde ettikleri ilerlemeden memnundu. Bu gidişle tahmin ettiği süreden daha kısa zamanda onlarla yarışacak kadar güçlü olacaklardı. Kendi eğitimi de aslında burada kitle büyüsüydü. En hızlı illüzyon bu şekilde gerçekleşirdi.
Onun gitmesiyle her biri bardaklarına baktılar. Beyefendi bir de giderken emir veriyordu. Zess’in onlar görmeden bir damla kan kattığı suları neden içmeleri gerektiğini de anlamamışlardı. Onlara Nita açıkladı.
“Zess yeteneklere karşı bağışıklık kazanabilir. Bu çoğu zaman direncini arttırıyor yani tamamen karşısındaki büyüyü silmiyor. Azul ile karşılaştığı için rütbelilerin kanındaki zehre de bağışıklığı olmalı. Bu nedenle de bizimle bunu paylaşmış olmalı. Lütfen için… Onu tanırım, hiçbir zaman iyi davranmayı beceremez ve göründüğü gibi kötü biri değildir.”
Faye eliyle bardağı yere fırlattı. O anda Nita geriye sarma diye bilinen ufacık bir büyüyü kullandı. Saniyeler içinde bardak masaya geri döndü.
“Velint’in soyundanmış! Bir hain olmadığı nereden belli? Kim ona inanıyor? Şımarık veletin teki!”
Nita, Faye’ye öyle bir bakış atmıştı ki tokat atsa bu kadar etkilemezdi. Sesini yükselterek, hatta zaman zaman bağırarak konuştu.
“Bir hain olmaz. Ailesi Velint tarafından gözünün önünde yok edildi. Bu yüzden de ona bu şekilde davranarak asıl suçlu sensin Faye. Seni ilk defa böyle görüyorum. Yardım ediyor ve bunun için çaba sarf ediyor. O kitle illüzyonunun onda ne zararlar verdiğini düşünmeden hareket etme.”
Nita, Zess’i anlıyordu. Zess kendini acıyla eğitiyordu. Nita elinden geldiğinde ikna ederek konuşmaya çalıştı. İlk bardağa uzanan ise Anjaya olmuştu. Anjaya bardağı havaya kaldırırken gülümseyerek Nita’ya bakıyordu.
“Sonuçta daha dirençli olacağız. O lanetlerin kanları deli gibi yakıyordu. Bu kazanmamı sağlayacaksa kimden geldiğinin bir önemi yok.”
Nita onun bardağı bir dikişte bitirişini görünce sevindi ve devam etti.
“Rütbelilerin kanları sadece acıtmıyor.”
Elindeki defterin kırmızı bantlanmış bir sayfasını açtı ve oradan okudu:
“Zehir bulaştığı kişiyi tıpkı Drou kanları gibi sömürür, birkaç ayda en güçlü savaşçı bile arındırılmazsa ölür.”
Bu okuduğu cümle herkesin bardaklarına nimetmiş gibi bakmasını sağlamıştı, Faye hariç. Faye kendisiyle tüm görüşlerin zıt olduğu Guna Arkmal ile karşılaşacaktı çünkü. Faye yaşayan her şeyin bir ruhu olduğuna ve acı çekeceklerine inanırdı. Saklı büyüde hayvanları kullanmaya mecbur kaldığında özür dileyerek devam etmişti. Nita onun bu konuda takıntısını aşacağını umuyordu. Ancak savaşları sırasında ne olduğunu görmediği için neden bu kadar öfkelendiğini bilmiyordu.
Nita masadaki herkesin hatta Faye’nin bile içtiğinden emin oldu. Zess’in geçmişinden bahsetmek herkesin ona karşı acıma duygusunu geliştirmişti. Yaptığı ukala giriş, saygısızca masadaki muhabbeti dinlemek ve diğer küçümseme içeren bakışlar ve en son da emrederek çıkış… Zess nefret kazanmak için doğmuş olmalıydı. Hepsinin etkisini silmeye uğraştı. Nita bunu başardığını anlarken içinden bolca gülüyordu. Bir dahaki karşılaşmada Zess hepsinin bu düşüncelerini fark edince çıldıracak, yıkmak için çabalayacaktı. Ama ne kadar kaba davranırsa davransın takım arkadaşı olmayı başaracaklardı.
Nita’nın tahmin ettiği gibi bir süre sonra sorular ona dönmüştü. Savaşın nasıl olduğunu soruyorlardı. Nits ise kısaca özetlemişti. Varisin hançerleri kullandığına şahit olduğunu, onların iki rütbeliyi püskürttüklerini ancak izleme sırasında lanetten yaralandığı için sadece bunları hatırladığını söylemişti.
O esnada Zess şifacıların yanına gidiyordu. Cesede dönmüştü ama inadından dolayı yine de sırtı gergin ve başı dimdik duruyordu. Daha bir de büyü kullanıp onları dinlemeye kalmıştı. Doğrusu duyduğu şeyden dağlar kadar olan kibri biraz daha artmıştı.
Bembeyaz yatakları görünce birinin üzerine attı kendini. Güzel şifacısını beklemeye başladı. Gözünde bir damla uyku yoktu. Daha bir hafta buna katlanması gerekiyordu. Onun amacı sadece Velint’i yenmek değildi. Amber’ın etkilenmesini de istiyordu. Kız kendini diri diri gömmüştü. Kendisi de gömebilirdi. Gerçi bu kalabalık illüzyonlar gömülmek kadar kötüydü.
Amber’ın gücünün yükselişine tanıklık etmişti. Hoşuna gidiyordu bu.
Çok geçmeden şifacısı yanında belirdi. Bu sefer ihtiyar da yanındaydı.
“Velint’i yendiğinden bahsetmişsin.”
“Her yeri dinliyor musun?”
“Bunu benim illüzyonumun etkisinde başarmış olman-”
“Sadece senin değil birkaç efsane ustanın da güç vermesi gerekti. Sen artık bana yetişemiyorsun unutma.”
İhtiyar sözünü kesmenin karşılığı olarak hafifçe vurmuştu. Ancak Zess belli etmemeye çalışsa da acıdan gözleri dolmuştu.
“Şu halinle hafif bir dokunuşu kaldıramıyorsun ama dilin zehir gibi. Beni dinle oğlum… Sunak nehri sizin öylece kazanmanıza izin vermeyecektir. Şimdi gücünün denk olduğunun hayallerini kuruyor olabilirsin ancak onlar da aynı sürede güçlenmeye devam edecekler. Hem de iblisin aldığı canlar ile… Amber yakında tertip istemeye hazırlanıyor biliyorsun. Tertibi duydukları anda ne silahlar ile ne büyüler ile donanacaklarını iyi düşün. Bunun asla eşit bir savaş olmayacağını da aklından çıkartma.”
Şifacıdan bir süreliğine izin istedi ihtiyar. Kadın odadan çıktığındaysa konuşmaya devam etti.
“Amber’ın güç durumu nasıl?”
Zess küçükken de yaptığı yaramazlıklardan sonra mutlaka ihtiyara yakalanırdı. İhtiyar, onun her fırsatta kızın yanına kaçtığından haberdar olmasaydı şaşardı.
“Muhteşem oldu… Bu kadarını beklemiyordum. Ama onun için de son bir sınav var. Azizlerin kendisini test edeceğinden bahsediyordu.”

“Gök ruhları içimizi aydınlatsın, bu çok güzel bir haber.”

0 yorum:

Yorum Gönder