Bölüm notu:
Bu bölüm aslında 28de olacaktı. Daha actionlu bir sahne olmalıydı 27... Ama Dabbe'yi izledim ve RBŞV benim rüyalarıma girmeyi çok sever, mümkün olan en kabuslu şekilde hem de. Zehri üç harfli :P 'den korktuğumdan değil, kimse kusura bakmasın ama her açıdan vasat bir korku filmiydi, kendi hayal gücümün abartıp neyi nasıl korkunç hale getireceğini iyi bilmesinden... Zaten oda arkadaşım da yoktu geçen gün T.T . Nasıl yazaydım ben??? Mecburen daha önceden yazdığım 28 i biraz değiştirip öne aldım haliyle time skip de vuku buldu :( . Hiç de sevmem hee time skip olayını, ben tek tek karakter gelişimini görmek istiyorum ama görmesem daha iyi yerden yere vuruyorum üzülüyorum zavallıcıklara.
Neyse bölüm de kısa oldu zaten, bu da finalin nerede olacağının işaretini veriyordur herhalde :) . Kafamda biten bir öyküyü o koskoca tatilde nasıl yazamadım onu da bilmiyorum. Komitenin hakkından gelebilirsem, o anki gerilimle iyi bir şeyler ortaya çıkartıp, ilk uzun soluklu hikayemi(artık roman boyutunda oldu yeey *-*) sona erdirebilirim diye düşünüyorum. Aynı zamanda bu bölüm de temizlikten geçebilir ve eklentilerle değişebilir, hatta Allah'ın izniyle hepsini baştan sona değiştireceğim. Bitince epub ve mobi haline de getireceğim, arkadaşlarıma işkence ediyorum çünkü farkındayım. Hehehe çok konuştum :)
Bölüm 27
Her insanın bir sınırı
vardı. Amber ise inatçıydı. Katıydı, taviz vermezdi. Dayanıklıydı, iç huzurunu
korumayı ve zihnini berrak tutmayı başarıyordu. Sıradanlığı geride bırakmak
için hayatını öne atacak kadar gözü pekti. Belki de saftı, neden bir çıkarı
olmadığı halde bu krallığı kurtarmak için uğraşıyordu ki? Çok rahat zengin
olabilir, rahat bir hayatı yaşayıp sıradan birine dönüşebilirdi. Seçimleri onu
bir kez daha farklı kılıyordu.
Bu son haftayı geriye
bıraktığında azizler ile yüzleşmişti. Direnişçiler arasında yayılan varis
haberi, onun azizler üzerindeki gücünü arttırıyordu. Amber’ın yapmak istediği
şey de buydu. Bir prenses olarak kabul görürse, azizler en büyük silahı
olacaktı. Hiçbir insanın düşlerinde bile göremeyeceği güç onun olacaktı. Güç…
Ne kadar ayartıcıydı. Amber ise kanacak kadar zayıf değildi.
Azizlerden bir sınav
haberi gelse de bu sınav daha olmamıştı. Amber onların ne zaman bu sınavı
yapacaklarını bilmiyordu. Bunu bekleyecek değildi. Bensura geride kalmıştı.
Rütbelilerinin eğitimlerinin nasıl gittiğini Zess’ten öğrenmişti. Umut giderek
güçleniyordu ama gerginlik zaman zaman yüzüne yansıyordu.
Gün ışığı tüm
parıltısıyla tertemiz gökyüzünde salındığında, Amber kendi etrafında döndü.
Azizlerin ona verdiği çiçek kabartmalı ipek elbise gün ışığıyla rengarenk
olmuştu. Etekleri havada dalgalandı. Kelebek kanatları kadar saydam bir tül
altına ipek elbise, şık ve zarifti. Kollarından sarkan püsküller nakışla
dokunmuştu. Altın kemeri kızıl taşlarla bezeliydi. Hançerleri taşlar sarkan
ellerindeydi. Dirseklerinden avuç içlerine kadar sırma eldivenin sarkan taşları
birbirlerine çarptıkça titreşiyordu ve büyünün en güzel ışıklarını etrafa
saçıyordu.
Amber yüzlerce siyam
haber kuşu yapacak büyüye başladı. Çok geçmeden birbirinin tıpatıp aynısı, dört
kanatlı iki kuyruklu kuşlar doluştu gökyüzünde. Kanatlarının ikisi süt beyazı,
ikisi kuzgun siyahıydı. Göz çevreleri dairelerle çizilmişti kuşların. Her
birinin ayaklarındaki mektup gökyüzüne uçtu. Amber’ın sözleri emir oldu.
Kuşların sesleri arasında sözler yazıya dönüştü, gökyüzü kanat tufanında
kayboldu.
Tertibin haberini
ulaştıracak kuşlar yola çıktılar. Amber onlardan yüzlerce binlerce üretti.
Güneş gökte yükselene kadar dans etti. Dansından doğan büyü durulunca kuşlar oluştu
ve tüm kuşlar diğerlerini izledi. Hepsi de başkente doğru yola çıktı.
***
Geceyi kuş sesleri
böldü. Yüzlerce dört kanatlı güvercin, ayaklarındaki mektuplarla gökyüzünü
beyaza ve siyaha boyadılar. İlk mektup kahinin üzerine düştü. Sonraki mektuplar
da birer birer sahiplerini buldu.
Bekledikleri gibi bir
Nonuin tertibi isteniyordu. Azizlerin yanında olduğunu söyleyen genç varis
adayı, Lodslara karşı bir zafer kazanacağını ve bununla kendini kanıtlayacağını
söylüyordu. Lodsların çok yakında saldıracağının istihbaratını aldıklarını
söylüyordu. Kahin iblisin her şeyi doğru tahmin etmesine şaşırmamıştı. Gecenin
siyahına bürünmüş yolları hızlıca, altlarına oymalar yapılmış taş basamakları
yavaşça çıktı. Aklına eski bir şarkı gelince istemeden mırıldandı.
“Haberler kötü
Salgeruna
Güneşte yıkanan bekçi
ruh çaldıkça
Ak heykeller al renge
boyandıkça
Ölüm yürür, ölüm yürür,
ölüm yürür
Hüzünlü son seni bulur
Salgeruna
Yedi kutsananın gücü
bile
Engel olamamıştır ruh
çalana
Ölüm yürür, ölüm yürür,
ölüm yürür
Kork, yan, kavrul,
kavruldukça ağla Salgeruna”
Bu sokaktan kendisi ilk
kez geçmiyordu, içindeki ruh için de bu ilk değildi. Rütbeli meclisinin,
toplanma emrinden sonra, çok geçmeden onu bekleyeceklerini biliyordu. Temiz
havayı ciğerlerine çekebildiği kadar çekti. Zihni netleşti. İblisin onunla işi
bitiyordu. Yakında ömrü dolacaktı kahinin. İblis hangi kullandığını
öldürmemişti ki?
Yeniden doğacaktı,
güneş kahin olarak içindeki ruh. Ondan sıyrılıp alınacaktı. Nehrin başka bir
kölesinde yeniden doğacaktı. İblis bu ruha acı çektirmeyi seviyordu. Onun
zekasını kullanmayı seviyordu. Anılarındaki hüznü seviyordu. Her türlü pisliğe
karşı lekelenmeyen ruhunu yerden yere vurup kirletene kadar oynayacaktı. Ancak
bu beden basit bir kahine aitti ve yaşlanıyordu. Zaman yakındı… Bu sefer son
kez doğacaktı Güneş. Bu son doğuşta nihayet nehrin iblisi istediği kanı
alacaktı ve serbest kalacaktı.
Rütbeliler meclisine
geldiğinde herkesi hazırda beklerken buldu. Hiçbir rütbelinin gözünde uykunun
zerresi yoktu. Her biri mektupları okumuş olmalıydı. Kimisi şaşkındı, kimisi
öfkeliydi, kimisi ise yemeğin sesini duyan aslanlar gibi pençelerini çıkartıp
bekliyordu. Kahin teker teker hepsinde göz gezdirdi. Ciddiyeti son derece
yüksekti. En sert korkuyu yüreklerine salacak bakışları ile teker teker
hepsinin içini yaktı. Ve nihayet konuşmak için kurumuş dudaklarını kıpırdattı.
“Eminim ki hepiniz
mektubu okudunuz. Bir varis adayı var ve hepimizi yıkıp saraya geçebileceğini
düşünmüş. Peki, buna izin mi verilmeli?”
Hep bir ağızdan, hayır
sesleri yükseldi. Kahinin öfkeli sesi biraz olsun yumuşamadan devam etti.
“Ancak küçümseyemem ki
bizim casuslarımızdan önce Lods’ların geleceğini haber almayı başarmışlar. Ve
Nunoin tertibi için önkoşulu bu şekilde vereceklerini iddia ediyorlar. Sınırı
bu aptallara teslim edeceğimizi düşündükleri için zavallı olmalılar. Ancak
tertibin kurallarına göre kendilerini ispatlamak konusunda makamı
bilgilendirmişler. Bu durumda sadece sınırı koruyacak bir birlik göndermekten
başka elimizde bir şey yok.”
Kahin konuşmaya devam
etmeden önce bir müddet bekledi. Eliyle işaret etti ve anında bir harita
önündeki masaya serildi. Eliyle sınırların üzerinde gezindi ve saldırının
olacağı yerleri gösterdi. Bir süre planları hakkında tartıştılar. Her bir
rütbeli planlar hakkında yorumda bulundu.
“Tertip isteğinden en
geç bir ay içerisinde hazırlıklar tamamlanmak zorundadır. Bununla ben bizzat
ilgileneceğim. Ancak sınırı tehlikeye atmamak için de bir orduyu sevk etmek
zorundayım. İtirazı ya da önerisi olan?”
İsimsiz rütbeli bile
her zamanki esnekliğinden farklıydı. Küçük bir kız görünümüne hiç bürünmemişti.
Durum nedeniyle, bilindik alaycı ses tonundan farklı ciddi bir şekilde konuştu.
“Sınır boyları için bir
ordu gerekiyor ancak varis için başka bir orduya gerek yok efendim. Birkaç
rütbeli göndermeniz yetecektir. Hem tertibin olması için sayılarının eksik
olmaması gerek. Bir rütbelisi eksikse tertip geçersiz sayılır. Tertip öncesi
rütbeliler karşılaşamaz diye bir kural da yok bildiğim kadarıyla.”
“Seni dinliyorum.”
İsimsiz tüm dişlerini
çıkartarak sırıttı. Gitmek ve tekrar savaşmak istiyordu. Hafızasını geri
kazanmıştı, her ne kadar sarayın tam yerini hatırlayamasa da. Ve güzel bulduğu
savaşlarını her detayıyla hatırlıyordu. Geçen sürede Zess’in ne kadar
geliştiğini merak ediyordu. Her ne kadar kendi büyü sınıfı olmasa da Velint
saraydan çıkmayacağı için giderse onunla da savaşabilirdi. Onunla bir kez daha
karşılaşma ihtimalini düşünerek konuşmaya başladı.
“Ben ve Azul birlikte
gidelim yüce efendim. Savaş öncesi hepsini yok edeceğimizden şüpheniz olmasın.”
Kahin içten içe
isimsizin ağzından yüce kelimesinin çıkmasına güldü.
“Önerini çok doğru
buldum, ancak bu iş için aklımdaki kişi sen ya da Azul değil.”
Kahin bir süre
durakladı. Gözleri salonda gezindi. Her bir rütbeli istekle ona bakıyordu.
Kahin, Kraliçenin askerinin geri döndürüleceğini tahmin ettiği için saklı
büyüye sahip rütbelisini gönderecekti. Kraliçenin askeri büyüsünden sonsuza
kadar kurtulmuş olacaktı. Tabi, ortada bir büyücü kalmışsa… Yine de işini riske
atamazdı. Direnişçiler içinde belki de bir başka saklı büyü ustası olabilirdi.
Kraliçenin askerine ulaşmışlarsa bir başka güçlü saklı büyücüye de ulaşmış olabilirlerdi.
“Putamen… Sen
gidiyorsun, Clet’e söyle derhal bir ordu hazırlıklarına da başlasın. Daha önce
planladığımız askeri düzene sadık kalmasını iletmeni istiyorum. Aynı şekilde
bana attığın her adımı, karşılaştığın her rütbeliyi iletmeni de istiyorum.
Özellikle saklı büyüye sahip bir rütbelileri var mı merak ediyorum.”
İsimsiz rütbeli aldığı
cevaptan memnun değildi ve küçük kıza dönüşmüştü. Aynı şekilde bir ulak olarak
kullanılmakla aşağılanmış olan Putamen’in de yüz hatları sertleşmişti. Azul ise
oturduğu yerden isimsizin tepkilerine bakıyordu. Adı kadar emindi ki kahin
gider gitmez isimsiz sızlanacaktı. Şimdiden dudaklarını büzüp Azul’un ceketini
çekiştiriyordu. İsimsiz fısıltıyla, “Biz de gidelim” dedi. Azul onu hiçbir
zaman kıramamıştı. Kahine dönerek en kibar halini takındı. Normalde yüzünde
bariz bir alay olurdu ancak bu sefer mecbur hissediyordu.
“Bizim de gitmemize
izin verin kralım. Yani bilirsiniz, sadece savaşta acil bir durum olursa diye.
Bu kadar iddialı bir guruba karşı tek başına onu göndermek olmaz değil mi?”
Putamen tek başına
yeteceğini biliyordu bu yüzden güldü. Kahin ise bu isteği bu sefer kırmadığını gösteren
bir hareketle izin verdi.
***
Anjaya biraz garip
hissediyordu. Bir aylık eğitim sırasında Zess ile hiçbir şekilde
karşılaşmamıştı. Şimdiyse yanında olması garip hissettiriyordu. Birkaç kez
yanına gitmeye çalışmıştı ama o kadar soğuk birisiydi ki Anjaya söverek
ayrılmak zorunda kalmıştı.
Henüz daha bir varis
onlarla değildi. Onun da kendileri gibi hazırlanıp hazırlanmadığını merak
ediyordu. Bir aylık eğitim zarfında kaç kez öldüğünü görmüş, kaç kez yenilmişti
bilmiyordu. Ancak sonunda isimsize karşı tam anlamıyla güçlenmişti. Ustaları
geçecek bir güce sahip olabileceği aklına bile gelmiyorken, rütbelilere denkti
artık. Utanç rahibi ise huzura kavuşacak gibi görünüyordu.
Nita ile çalışmalar
sırasında yakınlaşma denemeleri başarıya ulaşacak gibi duruyordu. Hayatı daha
yolunda sayılırdı. Geriye tek bir şey kalıyordu: ölmemek!
Amber’ın savaştan nasıl
haberdar olduğunu bilmiyordu. Onlara pek fazla şey söylenmiyordu.
Etraflarındaki herkesten şüphe duymaya başlamışlardı. Sarayın onlara giydirdiği
abartılı kıyafetlerle yürümeye ve hatta bunlara tek bir toz bile dokunmadan
savaşmaya alışmışlardı. Anjaya kendi evinin asi çocuğuydu. Bu işlemeli
ceketlere dokunmaktansa çıplak gezmeyi tercih ettiği için hep azar işitmişti.
Ama şansı ona bu sefer rütbeli ceketini layık görecek gibiydi.
Rütbelilerin o armalı,
göğsü nişanlarla donatılmış, hanedanların saygı iğneleri takılmış süslü
ceketleri… Düşündükçe istemiyordu Anjaya, şu anki giyimine razıydı.
Yedi rütbeli adayı gün
sona ermeden Dulkadınlar’a ulaşmışlardı. Seyrekkeçi Dağları önlerinde uzanırken
güzel bir handa konaklamışlardı. Anjaya gergin hissediyordu. Zess’in o
umursamaz ve ukala bakışını taklit etmeye çalışırken ona yakalanmıştı. Zess’in
dudaklarının kıvrımları saniyelik bir yukarıya kalkmış ancak Anjaya daha onun
kendisiyle içten içe dalga geçtiğini anlamadan düzelmişti.
Gerginlik ağır bir uyku
gibi zaman yaklaştıkça hepsini sarmıştı. Bundan başarılı çıkan iki kişi Faye
ile Zess birbirlerine nefret içerikli bakışlar atmakla meşgullerdi. Nita
defterini uyurken bile açık tutmaya başlamıştı. Sreren içine kapanmıştı. Ziguic
ise tedirginliğini olgun davranışlarla maskeliyordu. Jamahe’nin ağzını bıçak
açmıyordu. Kollarını birbirine bağlamıştı.
Güzel görünen yemeğe
iştahla bakan tek bir kişi bile yoktu. Çok geçmeden Nita ve Faye muhabbet
etmeye koyuldular. Erkekler ise kendi aralarında bir sohbete başladılar. Bu
durumu değiştirmese de ortamın havasını değiştiriyordu. Zess ile Faye’nin bir
ara bakışları kesişti ama bu pek de iyi olmadı. Onlar farkında bile olmadan
masadaki tüm bardaklar ardı ardına patladı. Bakışları ise birbirine odaklanmaya
devam etti.
Zess, Faye’nin nereden
tanıdık geldiğini hatırlamaya çalışıyordu. Ancak hafızası pek yardımcı
olmuyordu. Faye ise onu tanımış görünüyordu. Bakışlarıyla onu yakmak istiyordu.
Zess önceden kötü bir şekilde reddetmiş olup olmadığını anımsamaya çalıştı
ancak bu kızı reddetmezdi, mantıklı gelmedi.
Ruh Bedene Şekil Verdi 27