5 Şubat 2014 Çarşamba

Ruh Bedene Şekil Verdi 17


Korku… Yakalarına en ansızın yapışmasını beklediği duyguydu. Yüzlerini dikkatle inceliyordu. Yüzükleri attıktan sonra bile hiçbiri takındıkları maskeyi çıkarmamıştı. “Hadi ama” dedi gözlerini kısarken Eranor, biraz duygu görmek istiyordu.

Amber kollarını göğsünde bağlamış, Rabi ve Zess dikkat kesilmiş onun tepkilerini bekliyorlardı. Kızın gözlerinde belli belirsiz bir özlem olduğunu hissetti Eranor.

Oldukça sağlam ve korkusuz görünmelerine şaşırmış, pervasızlık olarak değerlendirmişti. En azından kararsız görünmüyorlardı. En nefret ettiği şeyler arasında ilk sırayı paylaşırdı pişmanlık ve kararsızlık… Asla acımayacağı iki duyguydu. Gerçi Eranor’un onlara acıma niyeti de yoktu. Kulaklarında tat bıraksın istiyordu çığlıkları ve bunu duyana kadar da ağırdan alacaktı.

“Ne bekliyorsunuz? Önce kim gelecek diye düşünmeyin, üçünüzü de istiyorum.”

Diyerek ikiz kılıçlarını ellerine aldı Eranor. Sözlerine eşlik eden bakışlarında savaşa davet vardı. Kınından çıkartmadan elleri kabzaların üzerinde öylece bekledi.

Siyah deri ve altından yapılmış, bir zırh kadar ağır olmayan ve kolaylıkla kesilemeyecek kıyafetleri, buzdan bakışları, sert kemikli yüz hatları, etrafındaki kırışıklara rağmen gücünü haykıran gözleri ile orada tam karşılarındaydı. Saçları yılların verdiği gümüş renklere boyanmıştı.

Zess koluna dokunarak Axis’in kılıç formunu, Rabi ise süvarinin mızrağını açığa çıkarttı. Mızrak sisle dağılarak bir kılıç biçimini aldı. İlk önce ona doğru ikisi saldırdılar. Kılıçlar birbirine ilk kez vururken o keskin sese, etrafa dağılan parlak metal parçaları eşlik etti. Güçleriyle kılıçları daha ilk hamlelerden zorluyorlardı.

Amber ustasının önünde saygı göstermemek için kendini zor tutuyordu. Ona kendisini hatırlatacak hiçbir şey yapmayacaktı. Plana uygun gidecek, hançerleri en son kullanacaktı. Kaşlarını çatarak izlemeye koyuldu. Ellerini, tırnakları bembeyaz, derisi kıpkırmızı olana kadar sıktı. Onları izlemekten nefret ediyordu. Aslında böyle hiçbir işe yaramaz halde durmaktan nefret ediyordu. Hançerlerin tam evcilleşmediği gerçeği, onu büyü kullanmaktan alıkoyuyordu. Çünkü başka türlü bu kadını kurtarmaya gücü yetmeyebilirdi.

Amber’a bakan Zess onun sabırsızlığını anladı, kendisini geriye aldı. Kılıcına doğru kafasını eğdi. Axis’e “Uslu dur.” dedikten sonra Amber’ın elinde altın parıltıları belirdi. Amber ona doğru baktı ve istekle kafasını eğip kaldırdı. Zess gülümsedi ve Amber’ın bu tehlikeyi kabul etmesiyle birlikte, altın ışıklar bütünleşerek bir kılıç oluşturdu. Axis’in uzun kılıç formlarından biriydi bu. Harika bir enerjisi vardı kılıcın, nefes kesiciydi. Amber hayran kalmıştı.

“Bu kılıcın verdiği duygu çok farklı değil mi?”






“Bayıldım…”dedi Amber büyük bir iştahla. Gözleri kılıçtan ayrılmazken bir eliyle onu okşuyor, saçları rüzgarla savruluyordu. Zess uyarma ihtiyacı duydu.

“Dikkat et ve ne olursa olsun ona kapılma. Axis acımasızdır.”

Eranor tam bir ejderhaydı. Üçüne karşı tüm saldırıları karşılamakla kalmıyordu, bastığı toprağın bile canlandığı hissine kapılmalarına neden oluyordu.

Bir anlığına sendeletmeyi dahi başaramamışlardı. Dağılan metal parçalarına aldırmadan, yırtıcı saldırıları birbiri ardına geliyordu. Kılıçlar birbirine aralıksız çarpıyor, metal çığlık atıyordu. Birine hedeflendiği anda saniyeler içerisinde koluna, boynuna, karnına ve dizlerine dört ayrı şekilde saldırıyor ve bu saldırılarda tek bir hata yapmıyordu.

Rabi’nin kılıcı, gözle görülmez hızla daha saldırı anında bile biçim değiştiriyordu. Bir kırbaç kadar esnek ya da bir yılan kadar kıvrak değildi, sadece hafifçe bükülüyor, büyüyordu. Eranor’un hiddetli rüzgar büyüsü ile hem o hem de Amber geriye savruldu.

Eranor, onların yokluğundan istifade ederek Zess'in üzerinde odaklandı. Etrafında dönerek bir hilal çizdi. Hızla az önceki hareketin tersinde döndü. Havada hızla yükselirken kılıçları birbiri ardına havada dönüyordu. O kadar hızlılardı ki Zess bir an için öleceğini düşündü. Elinden geldiğince hızla geriye çekilirken kılıcıyla kendini savunuyordu. Bu saldırıdan kurtulduğu için Zess iyi bir övgüyü hak ediyordu.

Kurtulsa dahi koluna baktığında yarasını fark etti. Heyecandan acısını tamamen unutuyor, hissizleşiyordu. Derin bir şey değildi. Gömleğinin yırtılan kısmını tamamen kopartarak, yaranın üzerini sardı. Büyüsü bedenini hızla yenileyecekti nasıl olsa. Sırıttı ve düzgün dişlerini açığa çıkarttı.

Era ansızın gözden kayboldu. Onlar daha bakışlarını bile kıpırdatmaya vakit bulamadan, Rabi’nin arkasında belirdi. Kılıcın kayaları bile ortasından oyacak darbesi, Rabi’nin içinden geçti ancak kesmedi.

Era bu hamle için yanlış kişiyi seçtiğini anlamıştı. Aldığı bilgilere sövüyordu. Aldığı bilgilere göre bu çocuğun sadece büyü kırabiliyor olması gerekiyordu. Rabi’nin büyüsü boşluğa dayalı olduğu için bedeni kendine gelen saldırıyı yansıttı.

Era istifini bozmadı. Ona doğru gelen Amber’ın kılıcını geriye itti. Bununla da kalmadı kızın üzerine yüklendi. Amber boynuna doğru giderek güçlenen darbeyi savuşturamadı. Savunması yetersiz kalınca kılıcın keskin olmayan kenarını boşta olan eliyle destekledi. Kılıcı kendine siper etti. Era, kızın etrafında mühür ile büyüden beden alan kendi hızını yükseltti.

Amber takdir eden gözlerle baktı.

“Eski yazılara dokunmadan mühür büyüsü kullanabiliyorsun...”

Eranor ona cevaben “Siz direnişçilerin mahrum kalacağı şeylerden birisi sadece…” dedi.

Amber ise bu konuşmayı fırsat bilerek bir mühür kullandı. Dünkü yağmura rağmen kurumuş toprak saldırılar yüzünden havaya kalkmıştı. Amber da tozlara ateş savurmuştu. Bu sayede oldukça az bir büyü gücü tüketerek Era’nın dikkatinden kurtulabilmiş, kendine zaman yaratmıştı. Era’ya uygulayacağı hiçbir büyü onun etkilenmesine neden olmazdı. Bu yüzden o an için çevreyi değerlendirmek daha mantıklıydı.

Ona doğru aynı anda koşturmaya başlayan Rabi ve Zess’i görünce Era bir an gökyüzüne sıçradı. Amber’ın aşina olduğu naralarından birini attı.

Gökyüzünden yere düşerken yapacağı hamle belliydi. Amber bunu onlara daha önce de söylemişti. Era bu şekilde düşerken elinden geldiğince hızlanır ve tüm hızını kılıçlarına aktarırdı. Kılıçlar etrafında dönerken havayı da yarardı. Mavi incecik bir ışık görünümünde dağılır etrafındaki büyük bir halkada ne var ne yoksa biçerdi. Bu hamlenin büyü de içerdiğini bilerek kaçınmışlar, ufak sıyrıklarla bu kurtulmuşlardı.

Amber rahatladığını hissetmişti. Bir sonraki hamlesinin ne olacağını kestirmeye çalışıyordu. Neden sudan mührünü kullanmadığını merak ediyordu. İç geçirdi, azizleri kullanmak istiyordu. Ancak azizlerin güçlerini, Bensura sonrasında bile olsa renk ayında kullanmak tehlikeliydi.

Era giderek daha da heyecanlanıyor, saldırılarından zevk alarak, hızlanıyordu. Şimdi bile güçleri ancak yetiyorken kanatlarını kullanmaya başlaması an meselesiydi. Zess gergin değildi, Rabi ise tamamen duygusuzdu. Her zamanki durgun çocuk işte, diye düşündü Amber.

Hızla Zess’e doğru saldırdı tekrar Eranor. Zess gerilerken sadece savunma yapabiliyordu. O esnada Amber, Eranor’un üzerinde belirdi. Amber havaya sıçramış ve ona doğru bir darbe savurmuştu. Yer parçalanırken Era kaybolmuştu. Büyüden beden alan biri bile bu kadar hızlı olamazdı. Hız mührünü de kullanmış olmalıydı.

Eranor nabzı yükseltecek bir şeyler yapmaya karar vermişti. Kanatlarını açarak yükselebileceği kadar yükseldi. Kollarını iki yana açarken iki kılıcı da yukarıya fırlattı. Gökyüzünde onları hedefleyen binlerce kılıcı gördüğü anda Amber bunun Lodslara ait büyü olduğunu hatırladı. Şaşkındı. Bu büyüyü beklemiyordu. Ve bu saldırıya karşı şanslarının çok düşük olduğundan emindi.

Bitmeyen silahlara karşı saldırdıklarında birden etrafı siyah timsahlar ve sis sardı. Rabi’ye çevirdi gözlerini Zess. Bu büyü ona aitti. Tüm kılıçlar sisle erimiş ve yok olmuştu. Zess’e göre Rabi erken davranmıştı. Güçlü büyüleri kullanmakta acele etmesi, yorgun düşmesi anlamına da geliyordu. Çünkü bu sıradan bir arbede değildi. Saatler sürecekti hatta belki tüm günlerini alacaktı.

Amber önünden kıvrılarak ilerleyen siyah timsahı görünce iğrendi.

Amber toz içerisinde kalmıştı. Sıyrıklarla dolu bedeni hala güçlüydü. Ancak bu güç onu ne kadar taşır bilmiyordu. Zess ise kazanmaya adanan sert duygularına, fazla kapılmıştı. Gözleri tıpkı öldürürken Azul'un gözlerine benzer bir ifadeyle dolup taşıyordu. “Bu yanlış.” dedi Amber içinden, “Bu bakışları çok yanlış.”.

Rabi miğferini eline almış, Amber’a bakıyordu. Amber gözleri ile işaret etti. Harika, diye düşündü. Bu çocuk gene bilincini kaybetmişti ve onun komuta etmesi gerekiyordu. Çünkü Rabi, Kraliçenin askeri büyüsünü daha tam olarak kullanamıyordu.

“Hüküm…”

Amber sessizce mırıldanmıştı ancak bu Eranor’un gözünden kaçmadı. Era hızla kendisine doğru gelen timsahlara baktı. Bu büyüyü yok etmenin sırrı önünde duruyordu.

Yüzlerce adamın dayanıklılığını çalarak doğurulan Sudan mührünü aktifleştirdi. Etrafında dönen ışıklardan bunu anlayabiliyorlardı. Rabi’nin üzerinde değil doğrudan Amber üzerinde kullanacaktı. Çünkü Era, Rabi’nin bu büyüyü kırabilme ihtimalini düşünmüş olmalıydı. Henüz Rabi'nin o kadar büyük güce sahip olduğunu tahmin edememişti.

Üç dakika içerisinde bu büyü aktifleşecek ve sonrasında geri dönüş olmayacaktı. Tamamlamadan önce onu durdurmak gerekiyordu yoksa işe yarayacağından emin olmadıkları şeyleri denemeleri gerekecekti.

Var güçleriyle saldırmaya başladı Zess ve Rabi… Zess sakinliğini tamamen kaybetmişti. Gözleri çare arar gibi bakıyor değildi ama gergindi… Zaman zaman ağzından gereksiz küfürler çıkıyordu ama dikkati dağılmıyordu. Timsahlar her yerden belirerek Era’ya saldırırken her yerden ışıklar çıkmaya başladı. Yer yıkılırcasına sarsılıyordu.

Era tıpkı Lodslarla olan savaştaki gibi tüm mühür büyülerini aynı anda kullandığı eşsiz saldırıyı yapıyordu. Yerde önce halkalar beliriyor, buz, ateş ve diğer mühürler aynı anda etkinleşerek püskürüyordu. Ateş mührü etkinleşirse ateş o halkadan gökyüzüne kadar yükseliyor, toprak mührü etkinleşirse toprak çöküyordu.

Timsahlar Era karşısında hiçbir şey yapamıyordu. Timsahlar birbiri ardına yerde parçalanıyordu. Rabi’nin atı huysuzlanıyordu. Kusursuz hıza sahip atı ile bile Era karşısında çaresizdi. Dahası atı güç bela mühür çemberlerinden kaçıyordu.

Zess o kadar büyüden sıyrılarak şaşırtıcı bir hızla Era’ya yaklaştı. Ona karşı kılıcını denese de hemen yanında biten buz mühründen zoraki kaçtı. Buzun bıçak kadar keskin parçalarından tam olarak sıyrılamamıştı. Kaşı patlamış ve fena halde kanıyordu. Eliyle bir süre kanayan yeri tuttu ve “Ah” sesi duyuldu.

Yerlerde büyü çemberleri bir yanıp bir sönüyordu. Her biri farklı mühür büyülerini aktifleştiriyordu. Dokundukları anda patlıyor, verebileceği tüm zararı veriyordu.

Geç kalmışlardı. Amber’ın etrafında bakırdan siyah renge dönen bir hale oluştu. Süre dolmuştu. Era elini uzattı yuvarlak kurşuni mühür taşını Amber’a doğru fırlattı.

Taş patladı ve…

Amber kabullenerek gözlerini kapattı. Acı duymayı bekliyordu.

Zess elini alnından çekti. Zaten kaşı yara olduğu için alnına elini dokundurmasıyla gerçekte büyü kullandığını Era anlamamıştı.

Süreyi dolmuş göstermek için bu anı beklemiş, Axis’in güçlerini ödünç almış ve illüzyon ile Amber’ı kurtarmıştı. Tıpkı planladıkları gibi... Süresi dolmadığı için tam olarak etkinleşmemiş ve Sudan’ın sıradan bir taştan farkı kalmamıştı. Era'nın Lodslara karşı kulladığı o çoklu mühür saldırısı da Eranor'un gücünü azaltmış, bu sayede illüzyona açık hale getirmişti.

Taş yere düşmüştü ve düşer düşmez onu oradan alan Zess geriye çekildi. Ancak Era onu gördüğü anda hızla iki kolunu birden yere vurdu. Yer sarsıldı ve toprak inlemeye başladı. Çatırtı sesleri ile Zess'in üzerinde bulunduğu zemin çökmüştü. Zess hızla yana atlasa da ciğerleri tozla dolmuştu. Boğazı yırtılırcasına öksürmeye başladı.

Amber hançerlerini çıkardı kolluklarından. Era'nın tek hamlesi kalmıştı. Yasak büyüyü kullanacaktı. Ancak daha kullanmamıştı ve hançerleri gördüğü anda ona bakarak gülümsemişti. Amber bakışlarındaki o samimiyeti bir saniyeliğine yakaladı.

“Anne.” diye mırıldandı sessizce... Gözleri yaşardı ve sadece dudaklarını kıpırdattı. “Sözümü tuttum, ben eve geri döndüm.”

Era sadece durdu bir anlığına. Şaşkınlıkla ona odaklanmıştı.

“Amber?”

Amber hızla hançerlerine seslendi. Duyabiliyordu onları… Gökyüzüne doğrulttu. İkizlerin ortaya çıkması gecikmedi. Titriyordu, endişeleniyordu… İkizlerin yan yeteneği için emir verdi. İki çocuk önce silindi sonra Eranor’un yanında bitti.

Aydınlığa karşı, Eranor’un etrafında kızılımsı siyah iblisin kolları belli etti kendini.

İblisin kollarını yara yara ilerledi hançerler… Ve en sonunda hançerlerin biri sırtında biriyse göğsünde belirdi. Çocukların yüzüne kan sıçradıkça kayboluyordu. En sonunda ikizlerin bakışları birleşti. Ayin benzeri sesler sıralanıyordu ikizlerin ağzından…

İlk başta cümleleri birbirinden ayrı ilerliyordu. Amber gözlerini kıstı, içinden hançerlerinin duyacağını bilerek, “Ne kadar yıpranacağım hiç önemli değil!” dedi emreder bakışlarla. Amber büyü gücü ile onların bağını en acı şekilde hissediyordu. Umursamıyordu. En sonunda bir ışık etrafı sardı. Bir balon gibi hızla söndü. Hemen ardına hançerleri yere düştü. Olmuş muydu?

Etrafında dönen çemberlerin en iyi ihtimalle onu hırpalayacağını biliyordu.

Midesi bulanmaya başladı. Üşüyordu. Tüm büyü gücüyle kanı da çekilmiş, buhar olup uçmuştu sanki.

Gözleri karardı.

Gözlerini tekrar açtığında yağmur yağıyordu. Güzel toprak kokusu yüzünü okşuyordu. Saç dipleri sıcaktan terlemiş, ıslanmıştı.

0 yorum:

Yorum Gönder