17 Aralık 2013 Salı

Ruh Bedene Şekil Verdi Bölüm 1

Bölüm 1

“Yazıtı yazanın adını bilmiyoruz. Kim olduğunu da hakeza... Bu yazıtta kendini feda eden bir kadından bahsediyordu. Ve dayanabileceği kadar dayanmasının sebebi yok olmak üzere olan bir krallık. Ama devamında onun hakkında daha fazla bir şey demiyor”

 “Neler yazıyor ki devamında?”

 “Çok eksik... Fazlasıyla zarar görmüş... Ama sağlam kalmış yerler, bir lanetten bahsediyor. Okumamı ister misin?”

Yanındaki gençten fısıltı gibi bir “evet” cevabı gelmişti. Bilim adamı ondan alacağı cevabı beklemek niyetinde değildi gerçi. Her zamanki gibi bakışları yazıtın okunması zor olan yerlerinde odaklanmıştı.

 Orta yaşları biraz geçmiş, yüzünde mutsuzluğunun kırışıkları artık belli olan bilim adamı, elini yavaşça yazıtta gezdirdi. Kalbine ilginç bir his doldu. Daha önce de her okuyuşunda içine oturan aynı o tuhaf his... Sadece bir kâhinin sözüyle öldürülen gözyaşı kadınlar... Ne acıydı. Okurken istemeden kanattığı dudağına elini dokundurdu ve yazıtı tercüme etmeye devam etti.

 “Atalarımın yaptığı büyük bir suç üzerine lanetlendik bizler ve bizden doğanlar. Hepimizin gözlerine keder, etine acı, nefesine kül çekildi. Toplu ölümler 110 yıl sürdü. Sonra bir bilgenin verdiği isimle gümüş gözyaşı denilen, bir beyaz saçlı kadın daha doğdu bir köyde. Adı gibiydi keder dolu öyküsü, arkasından yakılan ağıt gibiydi.

 Onun ölüm yılı dolunca nedense lanet onu yok edemedi. Ancak ölümlerin sürmesi üzerine bir kâhin geldi o köye ve tüm laneti durdurmanın yolunun bu beyaz kadını öldürmek olduğunu söyledi.

 Tüm krallık buna inanmış gibiydi. Hâlbuki kraliyet ailesinde de beyaz kadın çoktu.

 Onu gökyüzünün tunçtan bir renk aldığı akşamda yaktık. Renk ayının 16sı Cuma gecesi. O yanarken kâhine yaklaşarak ağabeyim gördüğü rüyasını anlattı.

 Rüyasında onun yanmasını izleyen herkes kör oluyordu. Kâhin ve tüm köy onu orda bırakarak ayrıldık ve ertesi sabah halen daha ateşin yandığını hayretle gördük.

 Ateş tam 3 gün 3 gece durmadan yandı. Nefesimiz dumana alıştı. Ancak lanet durmadı. Aralıksız devam etti ve krallıkta 37 yaşına gelen herkes ölmeye başladı. Ölümlerden artık bezsek de gidemezdik hiçbir yere. Lanet devam edecekti.

 Kâhin belirdi bir başka gece ve dedi ki “Gözyaşları var bu ülkede. Eğer ki onlar giderse, eğer ki onlar ölürse bitecek bu işkence.”

 Herkes inandı onun masalsı sözüne. Bilgeler bile inanmak istedi, güneş kâhine.

Umut nefreti doğurdu, kâhin çalgısını eline aldı. Atalarımızın yazgısıydı. Bu ülkedekiler dışarı çıkamazdı. Sözler söylemişti. İşlenen günah üzerine burada neslimiz devam etmiş ve ölüm süregelmişti.

 Anlattı bize atalarımızın günahını kâhin elinde çalgısı. Derdimize derman olamasa da bu dindirdi bir müddet sızımızı.

 Krallıkta ona inananlar ve beyazları gördüğünü iddia edenler de arttıkça arttı.

 Her ev komşusundan bahsetti... Denildi ki,

 “Onlar laneti yayanlar. Onlar lanetin üzerimizde durmasının sebebi. Onlar sakladı beyaz kadını”

 Ve böylece inanış devam etti. Her yerde gözyaşı kadınlar arandı. Arandıkça bulundu, bulundukça öldürüldü. Ancak lanet son bulmadı. Güz yılları geldiğinde 16 aylıklar ölmeye başladı. Gecem yılları geldiğinde 7 yaşındaki çocuklara geçti lanet. Ve bu böyle devam etti. Her vakit geçtiğinde başka bir yaştaydı ve o yaşı kasıp kavurmaya başladı.

 Ansızın kâhin yeniden çıkageldi. Seher yılları yakındı ve havalar ısınmaktaydı. 25 yaşındalar öldü ki güney kapısını koruyan 6 muhafız da o yaştaydı. Ancak onların sadece beşi öldü.

 Kâhin dedi:

 “Güneyin altıncı muhafızı... Yalan söyledi”

 Şehirdekiler merakla baktığında saçları kazınmış muhafızın maskesinin altında beyaz kadın olduğunu gördü. Sol gözünün altında sakladığı gözyaşı izi vardı. Onu da yakmak için...”

 “Sonrası? Sonrasında ne yazıyor”

 “Üzgünüm buradan sonrasını okuyamıyorum. Başım çok... Çok ağrıyor...”

 “İyi misin?”


-Yazıtın geçtiği tarihten yaklaşık 10 yıl sonrası-

 Ölümün ruhları tutsak ettiği bir gecede öldürme arzusuna sahip iki genç, kuzeyin güçlü muhafızlarından birini acımasız bir tuzakla yakalamışlardı. Ancak kadın çok güçlüydü ve gençlerin eğlencesi sönmüştü.

“Madem eğlenemiyoruz o halde daha sıkıcı bir yoldan öldürelim”

Bunu diyen zalim olanı, elini alnına dokundurdu. Muhafız gülümsemeye başladı. İki genç de ne gördüğünü biliyordu.

 “Onun elinden ölmek. Bu benim için oldukça güzel bir hediye. Onun bana bakışları her zaman ölümü hissetmeme sebep olmuştu.

 Ama şimdi...

 Hayır... Hayır, bu istediğim bir şey değil. Ona sarılmak istiyorum ama...”

 Gerçek bu kadar acıydı işte. Kendilerini öldürürken hep düşündükleri dramatik bir sahne ve her zaman aynı düşünce... Sevdiklerinin elinde ölüyormuşsun hissi. Bu çok acımasız bir illüzyondu. Etkilenen kişinin kendini kendi silahıyla öldürmesini sağlayan acımasız illüzyon... Zess’in yeteneği... Sağ elinin işaret parmağını alnından çeken Zess, kardeşine yönelerek konuştu.

 “Onu izlesene... Melek kanatlarındaki kanla o muazzam gücünün silinişini.”

 “Bunu izlemekten nefret ediyorum!” diyerek cevaplayan Rabi'nin yüzünde ilginç bir ifade belirmişti. Zess sarıgözlerini kısarak sordu.

 “Acımıyorsun değil mi?”

 “Bu acıyı tatmasına gerek yoktu. O zaten ölmüştü.”

 “Herkes mutlu bir ölümü hak eder değil mi? Nihayet o da can verdi” açık kahve saçlarına kardeşi dikkatle bakarken sözlerine devam etti “Cesedinin çok güzel görüneceğini biliyordum”

 Rabi ona bakmaktan kendini alamadı. Sapsarı gözleri vardı. İnsanı ürkütecek gözleri artık daha korkunçtu. Lanetin sona ermesi için gerekeni biliyordu. Gözyaşlarının kandamlasına döndüğü kadınlar ölmeliydi. Yine de bu onu tiksindiriyordu. Tek suçları saç renkleri olan kadınlar...

 O gece kaçırdıkları kızla eğlenmek de istemişti yaşça büyük olanı. Sadece lekelenmiş gözyaşı olduğu duyulan muhafız... Kuzeyin üç kapısından birini koruyordu. İkisinin elinde parçalanırken ona da aynı illüzyonla kendini öldürmesini sağlamıştı. Daha genç olanı ise kirlenmemek için kapatmıştı kalbini. Göz yumuyordu. Yummasa başına gelebilecekleri düşünerek...

 Önceden sahte bile olsa bir gülümseme taşırdı suratında ancak yaşlı adam ona bu görevi verdiğinden beri vazgeçmişti bu duygudan. İnsanlar... Böcek sürüsü. Kestane rengi saçlarına sol elini geçirerek masa başında düşündü Rabi. Korkuyor muydu gerçekten Zess’ten bu kadar? Ona ne yapabilirdi ki? Kendisi hiç sevmemişti bu illüzyon onda etkisizdi. Hiç bir akrabası da yoktu. Kendini bildi bileli yanında olan ancak onla hiç konuşmayan o zalim vardı hep yanında. Ağabey diyordu ona. Sadece kim olduğunu bilmediğinden kullandığı bir saygı ifadesi...

 Bir insan yanan bir öfkenin ateşi içine çekerse zamanla o da kararır. Artık duygusuzlaşıyordu. Tek hatırladığı bir kadının yüzüydü ve onu masum tutuyordu. Bir ses ona fısıldıyordu “Neyin doğru olduğunu hissediyorsan onu yapmalısın” ve o kadını arayacaktı. Kimdi neydi bilmiyordu ama o kadını son güneş doğana dek bulacaktı. Ve o güneş kendi cesedinin üstüne doğuyor olsa bile. Ve o gece kendi cesedini ve o kadının kanlı elini gördü rüyasında. Tıpkı verdiği sözdeki gibi... Son güneşin kanla ıslanmış elinde yansımasını gördü.

 “Ne tuhaf rüyaydı. Bu sesler de neyin nesi?”


 Rabi, o akşam bunun olabileceğini nereden bilebilirdi ki? İhtiyarın yanına vardıklarında abisini yanı başında buldu. Parçalanan etin sesini duydu ve o ihtiyarın yanı başında ölüşünü gördü.

0 yorum:

Yorum Gönder