17 Aralık 2013 Salı

Ruh Bedene Şekil Verdi Bölüm 4

Bölüm 4

“Siz iki aptal tembelliğe devam edecek misiniz? Ama bana sorarsanız peşimizden gelenlerin niyeti pekte iyi değil.”

“İz sürenler...”

“Sabahtan beri huzursuzdum. Yolumuzu değiştirmemiz gereki-yor-” Amber sözünü güçlükle bitirdi, titremeye başlamıştı. Zess’in suratına gülümseme yayıldı. Aptal kelimesi... Rabi neden olduğunu bilmiyordu ama Zess oldu olası bu kelimeden nefret ederdi. Canı sıkıldığında yanındaki dostu ya da düşmanı olması hiç umurunda olmazdı.

Amber fısıltıyla konuşabildi. “Üzgünüm, bitir şunu.”

“Kendini bu kadar az geliştirmen üzücü Amber. Sıfatları hiç... Sevmem.”

Rabi, Amber’ın karşı büyüye hazırlandığını fark etti. Amber’ın ne kadar güçlü olduğunu Rabi hissedebiliyordu. Zess ise onu bile acıdan kıvrandıracak kadar güçlüydü demek. Ancak ihtiyarın öldüğü gece, iz sürenlere nasıl olur da yeteneği etki etmemişti?

Amber in buz mührü Zess’in yanağında bitti. İkisi de çocuk gibiydi.

“Kavgaya devam edersiniz sonra” dedikten sonra Rabi elini Amber'ın kolunda gezdirdi. Sanki cam kırılmış gibi çok kısa bir ses geldi. Sanki tüm o kırık parçalar tek bir noktaya sürükleniyormuş gibi. İllüzyon durdu. Amber bu yeteneği anlayamamıştı, “Bu yaptığın, saklı yeteneklerden mi? Büyü mü kırabiliyorsun?”

Rabi tek kaşını kaldırdı. Cevap vermeyi sevmezdi. “Hafızama ulaşmak için uğraştıklarını hissetmeye başlıyorum. Bunu gece deneselerdi, fark etmezdim herhalde.”

Amber elini yumruk yapmıştı. “Hayır. Dünden beri uğraşıyorlar. Ben de elimdeki güçlü mühürlere rağmen, sana erişemedim.”

Zess nerdeyse kahkaha atacaktı. “Oh. Küçük hanım iz sürebiliyor da... Keyiflendim. Kaç kişiler?”

“Belki on kişi. Kuzey doğudalar akşam olmadan burada olurlar.”

“Ah. Baskına gelenin yarısı kadar bile değil.” diyen Zess bir iki adım attıktan sonra devam etti. “Biraz oynayalım.”

Rabi iki eliyle Zess’in ceketinin yakalarından çekti. Neyin oyunuydu bu? Bir an önce Eranor’a yetişmeleri gerekiyordu. Rabi gözlerine sert bakışlar atarak konuştu.

“Senin illüzyonun onlara etki etmemişti değil mi?”

Zess oyuncağı elinden alınmış çocuk gibi dudak büktü. Rabi’nin elini itti. “Eh. Etmemişti. Kör saatin mührü olduğunu, çok geç anladım. Ufak bir temas, bir saatliğine fiziki büyüyü negatif işletir. Uzun bir temas ise sen ve benim gibi büyüden şekil alanların ölümü anlamına geliyor Rabi. Anlayacağın kıramadan ölürsün. Değil mi, küçük hanım?”

Amber saat mührünün yapılmış olduğuna inanamıyordu.118 taş isteyen mühür. O kadar güçlü bir mühür iz sürmesi için idealdi.

“O mühür iz bırakmış olmalı. Mührün yakınlarda olup olmadığını anlayabilirim.”

İlk defa iz süren birini görüyordu Rabi... Güçlü bazı büyücüler bağlantı kurabilecekleri her şeyle düşmanının yerini tespit edebilirlerdi. Sadece bu yetenekte uzmanlaşanlar ise iz süren olarak adlandırılırdı.

Amber'ın dokunduğu elden yeşil ışıklar yükseliyordu. Güzel bir görüntüydü. Işık neredeyse mavi oldu ve kendi içinde dönerek silindi. Silinmesiyle birlikte, Amber'ın gözleri korkuyla açıldı. Düşmanları onların ne yapacağını çok iyi tahmin ediyor olmalıydı.

“Mühre sahip olanlar, güney hattından geliyorlar. Şu an üzerinde olduğumuz yoldan! İkiye bölünmüşler... Anlaşılan güney geçidini kullanarak önümüzden gelen bir grup var. Arkadan gelen de diğer grup.”

Zess sanki bu durumdan haberdarmış gibiydi, “Yani, kuzey ekibi oyalarken yorulacaktık. Aniden de güneyden gelenler tarafından avlanacaktık.”gözlerini devirerek devam etti.

“Bizi yormayacaklar. Geçitten geçerek ayaklarımıza kadar geliyorlar.”

Deliye dönmüş gibi eğleniyordu bu durumdan. Ateş gibi öfkesiyle yanıyordu. Onu etkisiz hale getirip ihtiyarın ölmesine neden olmuşlardı. İstedikleri tuzağı kurabilirlerdi. Saat mührüne karşı panzehir geliştirmişti vücudu. Bu hoş bir sürpriz olacaktı onlara. Belki ufak bir savaş Rabi’yi Eranor’un karşısına çıkmadan önce hazırlayabilirdi.

Amber ona korkarak baktı, “ Bu taş sana sanki iz bırakmamış... Sen o taşın kendisi olmuşsun?”

“Benim yeteneğim illüzyon... Temeli, gerçeğin yansımasına dayalı... O mührü karşılaşır karşılaşmaz kopyaladım. Bir aşı gibi bedenime saat mührünün zehrini sokuyordum azar, azar. Ve artık alıştım.” Parmağının ucunu kanattı ve hızla Amber’ın dudağına bir damla damlattı.

Amber saklı ve bilinmeyen mühürler de olmak üzere tüm mühürleri biliyordu. Sadece gücün ve ruhun şekil verdiği bedenleri durduran, üç mühür vardı. Saat mührü, çark mührü ve sudan mührü... Çark ve sudan kayıp taşlardan dolayı çoktan imkânsız olmuşlardı. Saat mührünü ise daha önce hiç görmemişti. 118 taş toplanarak yapılan üç ender mühür. Ve birine karşı artık bağışıklığı vardı.

Yapacakları çatışmayı şehre taşımak istemedikleri için oldukları yerde bekliyorlardı. Zess parmağını Rabi’nin ağzına soktu. Amber haber verdi,”Beklediğimden hızlı geliyorlar”. Kan yavaşça aktı. Rabi Amber’ı duyamaz oldu. Kan ağzına damlarken dalıp gitti.

Kan tadı, ne kadar tanıdıktı. Işık yavaşça kayboldu bir çizgi halini aldı. Sanki her şey uzaklaşmıştı. Boşluk vardı bir tek, o vardı. Zess ve Amber çok zor görünüyordu. Bir ses duydu sanki. Herkes tamamen kayboldu, etraf iyice karardı. Yalnızdı. Eliyle kırmak istedi ama bu bir büyü ya da illüzyon değildi. Neden sonra hisseder oldu. Yaslandığı toprağın şeklini duydu. Gecenin ve usulca akan nehrin sesini duydu. Ve üzerindeki bedeni hissetti.

“Çok açım.”

“Günahlarınla beslenmeme izin ver” sessiz bir çığlık gibiydi duyduğu. Karanlık hafifçe dağılıyordu. Güneş ilk ışıklarıyla birleşen ellerini aydınlatmıştı. Göğsündeki sancıyı hissetti. Boğazındaki, göğsündeki elleri hissetti. Kendi kanının tadını aldı. Usulca üzerine düşen yaprakları hissetti. Kadına seslendi Rabi, ”Saya, seni seviyorum”. Kadın ise adını fısıldadı güçlükle, “izin ver” dedi. Kadının dudakları, dudaklarına dokundu. Rabi onun kanını tattı, veda öpücüğünden. Sonra kadın sağ elini yavaşça çekti, sol gözüne daldırdı ve...

Suratındaki acı hissiyle kendine geldiğinde Amber’ın dizlerinin üzerinde yatıyordu. Zess ona bakıp.

“Bu kadar kaba olmayın, küçük hanım. Atak sırasında ne yaptığını bilmiyor.” Rabi doğrulmak istedi ama Amber onu durdurdu.

“Atak mı? Ne yaptım?”

Amber kızardı, Zess ‘e söylersen öldürürüm gibi bir bakış attı. Rabi sorusunda ısrar etmedi. Kanamış dudağında Amber’ın eli vardı. Elinin üzerine şifa mührü kazıtmak akıllıca diye düşündü Rabi. Eliyle itecekken, parmağı Amber’a değince bir an şaşırdı. Kalbi dondu sanki. Ardından Amber’ın ikinci bir tokadıyla iyice ayıldı.

Akşam için hazırlıklara başladılar. Amber mühürlerini kontrol etti. Yerlerini tam olarak belirleyerek bir sürpriz olmaması için dikkatle gelen düşmanlarını inceliyordu. Zess, şehrin zarar görmemesi için fırça darbesiyle bariyer oluştururken, Rabi ona yardım ediyordu. Akşama doğru üçü de sıkılmışlardı. Rabi bir ağaca sırtını dayamış kestiriyordu. Bekledikleri gurubun gelmesine birkaç saat kalmıştı. Amber yavaş adımlarla Zess e yaklaştı. Nehren‘i izleyen Zess’e baktı ve sordu,

“Senin gücünün ne olduğunu az çok biliyorum. Yanında kaldığım zamanlarda da benden çok daha güçlüydün. Ama o... Onun yeteneği ne? Sadece büyü kırabiliyor olsaydı ihtiyar onu asla yanına almazdı.”

“Rabi mi? Gücü... Uyumak ve kızların üzerine bayılmak... Bence çok enfes bir güç.” Amber cevaben ukala bir bakış attı. Zess, onu yeterince aptal yerine koyduktan sonra cevapladı.

“Saklı büyülerin sahipleri hakkındaki bilgilerini hatırla küçük hanım. Benim illüzyonumu kırabilen birisi sence güçsüz müdür?” Amber onun hakkında daha fazla bilgi almak istiyordu. “Saya, seni seviyorum” Rabi'nin bu sözü ve öpücüğü aklında yankılanıp duruyordu. O kadar dikkati dağılmıştı ki Zess’in onla dalga geçmesine bile izin vermişti. Gerçi şu önlerindeki grubu yendikten sonra eski günlerdeki gibi Zess ile kavga edecekti.

“Aklında gene arı kovanına çomak sokmak mı var, küçük hanım?”

“Eski kavgalarımızı özlemediğini söyleme. Sahi senin kılıcın o nerde? İllüzyon yakın dövüşte çok kullandığın bir şey değildi.”

“Bu süprüntüler için kılıcı kullanmayacağım. Acı çektiklerinden emin olana kadar yavaş yavaş öldüreceğim.” Zess elini sıkmıştı, sesi kesik ve sinirliydi.

“Asil bir soya uzanan kılıçlar çok değerli biliyorsun. Kayıp mı ettin? Hayır, yoksa çaldırdın mı?” Bir süre sessizlik oldu. Sessizliği bozan ise yine Amber oldu, “Görünmeye başladılar. Şunu uyandırayım”

Rabi’yi sarsmak için yanına gittiğinde üzerinde korkunç bir havanın estiğini fark etti. Onun gözleri açık bir şekilde odaklanmış durduğunu gördü. Avının kokusunu almış vahşi bir hayvan gibi pusuda bekliyordu sanki. Yanında hiçbir silah yoktu. Nasıl savaşıyordu acaba. “Saya...” aklına soruların dolmasına izin vermedi. Nihayet gelmişlerdi.

Hüküm duruşunu aldı Rabi, kutsal sözleri sıralamaya başladı. Amber ona bakınca, dehşete düştü. Bir ölünün gözleri, saklı büyü. Efsanevi bir ailenin gücünün kopyasıydı bu büyü. Rabi’nin göz bandının olduğu sol gözünden, siyah bir damla iz bırakarak yere düştü. Yere değmesiyle toprak acı çekti.

Zess nazik bir hareketle öne geçti. Amber bileklerini birbirine vurarak hançerlerini buzla kapladı. Rabi ise hiçbir şekilde hareket etmiyordu. Onu arkadan gören bir izsüren hiçbir silahının ve mührünün olmadığını fark etti. Ona doğru hızla yaklaştı. Rabi o sırada ona kafasını döndü. Bir damla daha aktı gözlerinden. O adam sanki bir şey tarafından yutulmuşçasına yere bacakları kaybolmuş halde düştü. Amber gördüğü karşısında meraklandı. Rabi’nin kafasını döndüğü kişiler görünmeyen bir şey tarafından yeniyordu.

“Ters iki timsah başına sahip boşluk Amber, bu onun kalbi...”

Amber inanmakta zorlansa da Rabi'ye tekrar baktığında emin oldu.

“Yarı ruhlaşmış bir büyü? Duygular ile artan bir büyü gücü, bu nasıl olabilir?”

“Onun öfkesi ve hatırlayamayan hafızası durdurulamaz oldu, daha o çok küçükken.” Bir yandan konuşan Zess bir yandan da illüzyonu ile izsürenlere hayal gösteriyordu. Sağ elinin işaret parmağı kendi kalbine temas ederken sol eli senfonisini yönetiyordu.

“Hatırladığı tek şey kalbindeki acıydı. Acı yerinde boşluklar bıraktı. Boşluklar ise giderek büyüdü. Ve en sonunda onu tamamen sarar oldu. Ama altın gibi de bir kalbi vardı onun. Cesur ve meraklı, inançlı ve tertemiz... Kendisiyle savaştı. Nihayet kendisini ikiye böldü. Olgunlaştı. Saklı büyüyü etkinleştirmesi onun tertemiz kalan ruhu sayesinde oldu. Ama kalbinin boş tarafı hala duruyor. Bu onun açlığı. Gözlerindeki simsiyah damlalar onun matemi ve ağıtı.”

Amber elini uzattı ama buz mührü yetişememişti. Amber tiz bir çığlık attı. Rabi bir izsüren tarafından ikiye kesilmişti. O tarafa doğru koşarken, Zess belinden onu yakaladı. “Boşluğu kesemezsin.” Gerçekten de Rabi’nin parçaları birleşti. Onu kesen kişinin gözleri simsiyah bir sıvıyla doldu. Ve gözlerinden geçen sıvı kafatasından izsürenin vücudunu terk etti. Cıvık bir çatırtı sesi ile izsürenin kafatasından kalan parçalar yere düştü. “Ne yaparsan yap, boşluğa dokunan ışık da olsa, yutulur. Ondan uzak dur Amber. Bu haliyle dostunu düşmanını tanıyamıyor.”

Zess o tarafa doğru baktı.”Afiyet olsun” dedi. Rabi halinden memnun gibiydi. Sağ eliyle sol göz bandını kopardı. Sol gözü tamamen simsiyahtı. Kâhinin kör ettiği gözünü yeteneği için kullanıyordu. Çünkü o daha küçücükken çok ağır trajedileri yaşamıştı. Ve daha ne olduğunu anlamadan, acısına bir isim dahi koyamadan hafızası silinmişti. Sonra yaşamak için hafızasının olmaması gerektiği söylendi ona. Hiçbir açıklama yapılmadan ve hiçbir şey anlamadan yaşamak zorunda bırakıldı. Kimsesizdi. Ölüm korkusu çok tanıdık geldi ama anlayamadı.

Her trajedi bir kurban yaratırdı. Ve her duygu kurbanlarda farklı sonuçlara yol açardı. Umutsuzluğun verdiği karaltı kalplerine büyüyü ve iblisleri yaklaştırırdı. Bu yakınlık, kendi güçlerini daha net hissetmelerini sağlardı.

Göz bandının çıkmasıyla kalbinden uzanan ve bir kolunun yerine iki ters kafaya sahip timsah taşıyan süvari görünür oldu. Sahibinin karanlığı, anıları... Ve kalbindeki sonsuz boşluk... Rabi'nin yeteneği boşluğa dayanıyordu. Büyüsü ne varsa yemek için aç bekleyen kalbinden geliyordu. Kalbi kendini onarmak, boşluklarını doldurmak istiyordu. Ancak tek aldığı daha çok canın sorumlulukları ve çaresizliğin öfkesi oluyordu. Kalbinin her karanlığa daldığında peşinde diğer tüm duyguları da sürüklüyordu.

Zess’in karşısına kim gelecek olsa aynı sonu yaşamıştı. Bileklerinden omuzlarına gelen çatırtılar, çığlıklarla karıştı. Kemik içten kırılıp, uzuvları parçalayarak çıkıyordu. Tek görebildikleri, tek hissettikleri buydu. Ölmeden önce ona saldırabilmek için silahlarını her savurduklarında, başka birinden ses yükseliyordu. Yaşlı adamı öldürmelerinin hıncını alıyordu Zess onlardan. Aynı anda beşten fazla kişinin düş görmesini sağlamıştı. Tek bir kol hareketiyle her birini kandırıyordu. Birbirlerini parçalıyorlardı ve Zess in kıpırdamasına bile gerek duymadan yere serilmiş oluyorlardı. Yavaş yavaş, ölümün nereden geldiğini bilmeden...

Zess düşündü. Belki de Rabi haklıydı. Zalimdi. Gerçi Rabi de ölünün gözlerine dönüşünce kendinden farkı kalmıyordu.

Amber diğer üçünü de öldürmüş, eliyle bir kâğıt parçasını okuyordu. Rabi ise duruşunu bile bozmamıştı. Çift timsahı önünde biriken kan yığınından cesetleri çiğniyordu. Kafasını çevirdi, “Zess, bunları bize gönderen...”


“Ana yemek biraz gecikecek ama... Emin ol ben de sabırsızlanıyorum.”

0 yorum:

Yorum Gönder