17 Aralık 2013 Salı

Ruh Bedene Şekil Verdi Bölüm 12

BÖLÜM 12

“Efendim!”

Louis saatine uzunca bir süre bakan bilim adamına seslenmesi gerektiğini düşündü. Bensura’yı anlatacakken aniden duraksamasını anlayamamıştı.

Bir süre bilim adamı gözlerini neredeyse açık olduğu anlaşılmayacak şekilde bırakarak, saatten bahsetmişti. Bensura’yı sonraya ertelemenin daha yerinde olacağını, Louis’e değil de kendi kendine konuşur gibi mırıldanmıştı.

Louis ise evine varsa da o geceyi huzursuz olarak geçirmekle kalmamış, kâbusları ile uykusuna renk katmıştı. Gri veya siyah ağırlıkta renkler... Ürkütücü sarı renkteki tuhaf gözler...


Kumral, uzun boylu bir genci üzerinde antik görünüm veren kıyafetleriyle görmüştü rüyasında. Kalın ve uzun devasa kılıcını yere saplamış kendisi de diz çökmüştü. Altın sarısı rengi ışıl ışıl yanan kılıç ve yakışıklı genç adama doğru Louis istemeden yaklaşmıştı. Onun yaklaşması ile kafasını kaldıran gencin yüz hatları artık daha belli oluyordu. Şaşkınlıkla bu heykel gibi kusursuz yüz hatlarına sahip genci seyretti. Bir erkek için fazla göz alıcıydı.

“Sahibimin yasını tutuyorum.”

Bunu söyler söylemez ile genç kayboluyor, kılıcın kan oluklarından yere doğru kanlar damlamaya başlıyordu ve kılıç altın tozlarına dönüşerek savruluyordu. Yerde ise büyük bir kan birikintisi kalıyordu. Louis korkarak uyanmıştı. Dudağındaki iyileşmek bilmeyen uçuğuna, bir kardeş eklediğini de fark etmişti.

Sahip doğrayan ismini almış kılıç olduğuna emindi. Rüyasında onu görmüş olmalıydı. Ancak bir fark vardı ki buldukları kılıcın alaşımı, altından ziyade çelik ağırlıktaydı ve rengi rüyasındaki gibi parlak bir sarı değil, mat bir beyazdı. Yine de ertesi gün kılıca bir kez daha bakmak için kendini tutamadı.

“Anlaşılan buldukları kılıçtan çok etkilenmişsin.”

Sesi tanımaması mümkün değildi. Bilim adamı ona yaklaşarak, cam kafesinde dikkatle koruma altına alınmış, paha biçilemeyen kılıca odaklanmıştı bile.

“Efendim... Nasıl bir kılıca bu isim verilebilir? Sahip doğrayan?”

“Öyküsü ilginç... Üzerindeki kitabe henüz çözülmemiş farklı bir dilde, tam bir bulmaca bu kılıç.”

Louis açıklamaları okurken gözleri bir kurbağanınki kadar dışarı taşacaktı. Hayretle mırıldandı. Sesi tahmin ettiğinden yüksek çıkmıştı, her zamanki gibi.

“Şekli, boyutu... Uzun bir kılıç ama genişliği de... Boyu? Neredeyse ortalama bir insan boyunda. Ağırlığı da... Normalde olması gerekenin iki katından daha mı fazla?”

Uzun kılıcın kabzası altın tel sarmalı ve kabza tepeliği köşeli, etrafı antik bir dilde yazılar ile çevriliydi. Dış kesitinde yine eski yazılar ile çevrili kitabe görülüyordu. Kurs yüzünde çözülememiş ancak nişan olduğu düşünülen semboller vardı. Balçak kollarının ucu meşe palamudu şeklindeydi. Tabanda sekizden azalarak uca doğru üçe düşen ve üçten ikiye ve en son bire düşen derin sayılacak kan olukları vardı.

Louis gözlerini çeliğin ve gümüşün üst kısımlarında sedef ve balık dişi ile birleştiği, o dönemde olmasına dahi imkân tanımadıkları işçilikle birleşmiş, altın süslemeli kılıçtan ayıramamıştı. Dudaklarını araladığında sadece birkaç kelime çıkabildi geniş ağzından.

“Efendim bu kılıç?“

Bilim adamı her zamanki gibi cümlesini tamamlama gereği duydu.

“Çok büyük ve ağırlığı da bir insan için hareket imkânını kısıtlayacak, hatta yok edecek düzeyde değil mi?”

“Evet efendim. Eski insanlar hikâye uydurmayı seviyor olmalılar ki öyküsü de çok garip.”

Bilim adamı hafifçe tebessüm ettikten sonra konuştu.

“Bu kılıç hakkında bulduğumuz öyküler çok eşsiz. Bu kılıç yani sahip doğrayan, sahibi yetişkinliğe erişince ve kendisine hükmedince bu şekli almış. Sahibi ile boyu uzamış. Düşünebiliyor musun? Komik gerçekten çok komik bir hayal gücü... Yine de işçiliği ve güzelliği paha biçilemez. O kadar eski bir dönemde yapılmış olması da daha ilginç.”

Louis hayal etmeye çalışıyordu. Aklında önce kendisini bu kılıçla canlandırdı. Sonrasında bir ikizi olduğunu ve iki farklı kılıçla durduğunu düşündü.

“Çelik bir kılıcın altın gibi parladığı ve sahibinin görünümünde ikinci birine dönüştüğü... Hatta iki ayrı kılıca bölündüğü bir film? Oh, olsa izlemek isterdim.”

Bilim adamı tüm neşesini kaybetmişçesine iç çekerek, yürümeye başladı. Arkasına baktığında sersem yardımcısı, halen daha kılıca bakıyordu.

“Louis!”

***

İzleyici bölmesinden sesler yükseliyordu. Hasta olduklarını düşündükleri usta sapasağlam karşılarındaydı. Görünüm değiştirme mührü normalde en güçlü büyücülerde bile çok kısa süreli etkili olurdu. Uzunca süre birinin bu mühürle şekil değiştirdiği görülmemişti. Rütbelilerden birisinde bu yetenek olduğu duyulmuştu ancak rütbelilerden birine rastlayıp yaşayan hiç kimse kalmadığı için doğru olup olmadığı tartışılıyordu. Aynı şekilde yer dibi sarayının kutsanmış taşları üzerinde hiçbir insan, görünüm değiştirme mührünü kullanamazdı. Bu gerçekten üçüncü usta olmalıydı.

Dokuz efsane ustanın en yaşlısı söz aldı. Birinci usta kendi rengi olan beyaz renkteki cübbesinin üzerindeki, cübbesi kadar beyaz sakallarını karıştırarak, konuştu. Dokuzuncu ustanın katılmama gerekçesini sordu.

Dokuzuncu usta yani ihtiyar, saraydan uzaklaştırılmış olsa da rütbesini devretmemişti. Bu durum sebebiyle her yılın düzenli sınavlarına izleyici olarak katılmak zorundaydı. Baş öğrencisi ve aynı zamanda bir usta olan Zess’i gönderebilirdi de yerine. Ancak Zess her zamanki gibi baş öğrenci kıyafetlerini giymemişti. Saraya aykırı davranışları tepki çekiyordu. Bir efsaneyi temsilen gelmiş ise kılığını ona göre ayarlaması gerekirdi.

“İhtiyar buraya katılamadı. Bunun sebebi, üçüncü ustadan aldığı bir görev dönüşünde başımızdan geçenlerdir.”

Diyen Zess’i, üçüncü usta herkesin meraklı bakışları arasında cevaplama gereği duydu.

“Doğrusu oğlum bir noktayı unutuyorsun. Benim tarafımdan verilmeyen bir görev dönüşünde. Peki, baş öğrencim ne diyeceksin bu duruma?”

Luza ellerini iki yana açarak kafasını ‘maalesef’ anlamında salladı.

“Ustam. Bilmenizi isterim ki bu konu hakkında hiçbir bilgim yok.”

“Öyleyse fırçam ile mührümün sende ne aradığını öğrenebilir miyim?”

Amber, Rabi ve İlksel şaşkınlıkla izliyorlardı. Fırçası ve mührü teslim eden Luza, hastalığı nedeniyle yanına aldığını ve onu sağlam görmekten dolayı oldukça mutlu olduğunu söyledi.

Amber nazik boynunu hafifçe Rabi’ye doğru bükerek fısıldadı.

“Bu nasıl olur? İllüzyon mu?”

“Bu Zess bile olsa, hiç kimse bu kadar kalabalık bir yerde İllüzyonu kullanamaz Amber. Görünüm değiştirme mührü olabilir mi? Ancak yer dibi sarayında bu da imkânsız?”

“O mührü en iyi ustalar bile bu kadar uzun süre kullanamaz. Anlamıyorum gerçekten bu üçüncü ustaysa?”

“Luza’ya baksana. Hayalet görmüş gibi...”

Rabi bugün daha net olarak hissediyordu. Luza’dan çok değişik yoğunlukta büyü enerjisi yayılıyordu. Algısını karıştıracak bir enerjiydi.

Her yerden sesler ve merak dolu konuşmalar yükselirken birinci usta tekrar konuştu.

“Dokuzuncu ustanın öldürülmesine açıklık getirilmesi gerekmekte...”

Üçüncü usta bu soruyu bekliyormuşçasına, ekşi bir ifadeyle ağzını açtı.

“Baş öğrencim Luza... Ayrılıkçıların verdiği kayıplardan ve dokuzuncu ustanın ölümünden sorumludur.”

Luza itiraz etti. İtirazını eklemeyi de unutmadı.

“Efendim. Yanınızdaki Zess bir illüzyonisttir. Size hayal göstermiş olmalı.”

Zess gülümsedi ona bakarken. Çok yorgun görünüyordu.

“Öyle miyim dersin?”

Azul, “Çünkü o dokuzuncu, bariyerde ve illüzyonda kandan gelen bir yeteneği olacaktır diye tahmin ediyorum. Tıpkı dokuzuncu usta gibi... Torunu da soyunun özelliğini taşıyor olmalı.”

Birinci usta, diğer efsane ustalara dönerek konuştu. İhtiyarın yeteneğini herkes bilirdi. Ancak Zess’in onun torunu olduğunu efsane ustalar arasında bile ilk defa duyanlar vardı. Kararı vermişlerdi. Zess’in sinirli sesi duyuldu.

“Bariyer yeteneğim maalesef yüksek değil. Ancak evet ben bir illüzyonistim. İhtiyarın torunu olmama gelirsek, beni takip etmeyen ya da araştırmayan birisi bunu bilemez.”

Bu konuşmanın ardından dev alanda büyük bir gürültü koptu. Bariyerciler birinci ustanın emriyle Luza’nın etrafını sardılar. Luza inanılmaz derecede masum bir yüz ifadesiyle nefes nefese konuşmaya başladı. İftiraya uğradığından bahsediyordu. Üçüncü ustaya yalvarırcasına bakarak konuştu.

“Zess’in illüzyonlarından dolayı böyle düşünüyor olabilirsiniz ustam. Onu ve arkadaşlarının büyüsünü bariyer ile durdurursanız eminim gerçekler anlaşılacaktır.”

Doğru olabilirdi. Bu şekilde düşündükleri için efsane ustalardan bariyerci olan ikisi Zess, Amber ve Rabi’nin büyü çıkış uçlarını yüksek bir enerji bariyeri ile kapattılar. Bu öyle bir bariyerdi ki sadece çok yüksek bir büyü ile dışarıdan açılabilirdi. Buna maruz kalan büyücü tek başına bunu hiçbir şekilde kıramazdı. Rabi bile bu bariyeri kıramazdı. Çünkü efsane ustalar da bu büyüye destek vermişlerdi. Bu durum büyünün inanılmaz güçlü olmasını sağlamıştı. Dışarıdan kilitlenen bir kapı gibi ancak dışarıdan bir etkiyle açılabilirdi.

Ancak anlaşıldı ki ne konuşma ne de üçüncü usta illüzyon değildi. Herkes kahkaha atan Luza’ya döndü.

“Yani gerçekten? Rol yapamayacağım öyle mi daha fazla?”

Luza elini alnına koydu. Kafasını sıkkınlıkla salladı. Bir anda değişmişti. Duruşu daha dik daha özgüvenli oluvermişti. Sarhoş gibi konuşmaya başlamış ve ağzından çıkan her kelimeyle eğlenir bir hal almıştı.

“Üçüncü ustayı kendi ellerimle öldürdüm. Dokuzuncu ustanın ve Rabi ile Zess’in öldürülmesi için saat mührünü hazırlayan ve ayrılıkçıların gizemli ölümlerinin sorumlusu da benim.”

Luza bunu söyledikten sonra üçüncü ustaya döndü.

“Seni öldürmüştüm unuttun mu? Bunak.”

“Tüm direnişçilerden özür dileyerek söylüyorum. Luza’nın dediği gibi üçüncü usta öldü. Ben kadim silahlardan Axis. Sahip doğrayan olarak da bilinen lanetli kadim kılıç... Gerçeklerin anlaşılması için bu şekle bürünmek zorunda kaldım. Sahibimin büyü gücüyle oluşan yan özelliğimle...”

“Kadim kılıçların her yan yeteneği sahibinin gücünü yarıya düşürür değil mi? Sadece sorsaydınız da itiraf ederdim... Avımı buldum çünkü. Burada başka işim yok.”

Luza bunları söylerken etrafını saran ustalar bariyerler ile çevirmişlerdi. O ise halen daha konuşmaya devam ediyordu.

“Yani aptal rolü oynamaya devam edemeyeceğim öyle mi? Bu kılıca verdiğin güce bakılırsak epey zorlanıyor olmalısın... Sırf kim olduğumu ispatlamak ve bir tuzak kurmak için yaptın. Anlıyorum bana kaçma şansı bırakmak istemedin. Hâlbuki ben size biraz daha uzun yaşam vaat etmiştim. Sadece göz yumacaktınız hepsi buydu. Ah, tabi sen hariç kör çocuk...”

Beyaz giysileriyle birinci ustanın yaşını belli eden ses tonu yankılandı.

“Bu ne demek oluyor Luza?”

“Bir zavallı gibi af dilememi mi istersiniz? Hadi beni duymamış gibi yapın ve affedin. Yoksa gerçekten mutsuz sonlarınız olacak.”

Sonra aşırı bir hızla Zess’in yanına geldi. Tüm bariyerler bu kadar kolay kırılıyor muydu? Zess ondan kaçmaya çalışsa da Luza aşırı hızlıydı. Onu takip etmekte zorlanıyordu.

“Senden başlayarak Zess!”

Ona çok yakınlaşmışken Luza durakladı aniden. Bariyerciler onu kapana kıstırmışlardı bile.

Bakır rengindeki çemberlerin kırılma sesleri geliyordu. Ancak tüm bariyerler kırılsa da bir bariyerin kırılması çok zordu ki o da bir efsane ustaya aitti.

Efsane ustalardan birinci, herkese alandan ayrılmalarını emretti. Onu durduracakları zaten kesindi. Ayrıca ayakaltında dolaşan öğrencilerin zarar görmemesi daha iyiydi. Efsanevi ustaların sağ kalmış olan yedisi, Zess, Amber ve Rabi hariç herkes çıktı. Bariyer ustasının elleri kanıyordu. Zess bileğini kanatarak ustanın kanayan ellerine damlattı. Bu mührü tanıyordu. Saat mührü yanındaydı Luza’nın ve bunu kullanarak az kalsın bariyer sahibi ustanın ölümüne neden olacaktı.

“Kendimi tanıtmadım değil mi? Luza deyip duruyorsunuz. Üzgünüm, soylu yedilerden Azul, sahte isim bulmak konusunda uğraşacak değildim. Ama bu kadar ipucu verdikten sonra anlamamanız da sizin suçunuz.”

Onu takiben gölgesi hareketlendi. Küçük sevimli bir kız çocuğu çıkıverdi gölgeden. Rütbelilerin altıncısıydı bu. Mühürde özellikle de görünüm değiştirmekte ustaydı. İsmi bilinmezdi. Aynı şekilde diğer mühürleri de. Azul’un sırtına tırmanıp boynuna oturdu küçük kız.

“Kızıl kadını tercih ederdim.” Dedi Azul. “Bu hangisiydi?”

“Sanırım ilk öldürdüğüm beden bu. Kimdi acaba?” dedi küçük kız. “Acaba...” Bir süre elini dudaklarına götürdü. Tırnaklarını ısırdı. Düşündü ve ”Hahaha... Hatırladım! Kız kardeşimdi.”

Küçük bir kızın korku vermesi ancak o kişi bir rütbeliyse doğru olabilirdi. Bir elinde sepet içerisinde şekerlemeler vardı. Azul’un boynuna bacaklarını doladı ve kafasını aşağı doğru sarkıttı küçük kız. Azul’un geniş sırtından yere doğru sarkıyordu. Kül rengi dağınık saçları, yeşil gözleri vardı. Kırmızı-siyah çizgili çorapları, siyah tulumu ve süslü ayakkabıları ile sevimli ancak tuhaf giydirilmiş bir kız çocuğuydu. Şekerlemelerden birisini tıkıştırdıktan sonra dolu ağzıyla konuştu. Bir yandan şekerleme yiyor bir yandan gülüyordu.

“Büyü dolu taşlar! Görünüm büyüsüne karşı yapılmış taşçıklar... Bu sıradan bir insanda işe yarar... Biz havarilerde değil.”

“Şımarıklık etme. Havari lafını her yerde söylemeyi kesmelisin. Rütbeli daha güzel bir kelime...”

Azul tarafından paylanan küçük kız, dilini çıkarttı efsane ustalara dönerek. Dumansız bir ateş Axis, Rabi, Zess ve Amber’ı küp benzeri duvarlar içerisine aldı. Kaşla göz arasında ustalar bu hattın dışında kalmıştı. İçeri giremiyorlardı. Dahası Zess Amber ve Rabi’nin büyü gücü bariyer ile durdurulduğu için onlar yeteneklerini kullanamıyorlardı. Azizler görünmüyorlardı. Bu küçük kızın yaptığı duvarlardan dolayı olmalıydı. Kız sadece Amber’ı parmağıyla gösterdi.


“Azul onu da koleksiyonuma katmak istiyorum.”

0 yorum:

Yorum Gönder