BÖLÜM 12
“Efendim!”
Louis saatine uzunca bir süre bakan bilim
adamına seslenmesi gerektiğini düşündü. Bensura’yı anlatacakken aniden
duraksamasını anlayamamıştı.
Bir süre bilim adamı gözlerini neredeyse
açık olduğu anlaşılmayacak şekilde bırakarak, saatten bahsetmişti. Bensura’yı
sonraya ertelemenin daha yerinde olacağını, Louis’e değil de kendi kendine
konuşur gibi mırıldanmıştı.
Louis ise evine varsa da o geceyi huzursuz
olarak geçirmekle kalmamış, kâbusları ile uykusuna renk katmıştı. Gri veya
siyah ağırlıkta renkler... Ürkütücü sarı renkteki tuhaf gözler...
Kumral, uzun boylu bir genci üzerinde
antik görünüm veren kıyafetleriyle görmüştü rüyasında. Kalın ve uzun devasa
kılıcını yere saplamış kendisi de diz çökmüştü. Altın sarısı rengi ışıl ışıl
yanan kılıç ve yakışıklı genç adama doğru Louis istemeden yaklaşmıştı. Onun
yaklaşması ile kafasını kaldıran gencin yüz hatları artık daha belli oluyordu.
Şaşkınlıkla bu heykel gibi kusursuz yüz hatlarına sahip genci seyretti. Bir
erkek için fazla göz alıcıydı.
“Sahibimin yasını tutuyorum.”
Bunu söyler söylemez ile genç kayboluyor,
kılıcın kan oluklarından yere doğru kanlar damlamaya başlıyordu ve kılıç altın
tozlarına dönüşerek savruluyordu. Yerde ise büyük bir kan birikintisi
kalıyordu. Louis korkarak uyanmıştı. Dudağındaki iyileşmek bilmeyen uçuğuna,
bir kardeş eklediğini de fark etmişti.
Sahip doğrayan ismini almış kılıç olduğuna
emindi. Rüyasında onu görmüş olmalıydı. Ancak bir fark vardı ki buldukları
kılıcın alaşımı, altından ziyade çelik ağırlıktaydı ve rengi rüyasındaki gibi
parlak bir sarı değil, mat bir beyazdı. Yine de ertesi gün kılıca bir kez daha
bakmak için kendini tutamadı.
“Anlaşılan buldukları kılıçtan çok
etkilenmişsin.”
Sesi tanımaması mümkün değildi. Bilim
adamı ona yaklaşarak, cam kafesinde dikkatle koruma altına alınmış, paha
biçilemeyen kılıca odaklanmıştı bile.
“Efendim... Nasıl bir kılıca bu isim
verilebilir? Sahip doğrayan?”
“Öyküsü ilginç... Üzerindeki kitabe henüz
çözülmemiş farklı bir dilde, tam bir bulmaca bu kılıç.”
Louis açıklamaları okurken gözleri bir
kurbağanınki kadar dışarı taşacaktı. Hayretle mırıldandı. Sesi tahmin
ettiğinden yüksek çıkmıştı, her zamanki gibi.
“Şekli, boyutu... Uzun bir kılıç ama
genişliği de... Boyu? Neredeyse ortalama bir insan boyunda. Ağırlığı da...
Normalde olması gerekenin iki katından daha mı fazla?”
Uzun kılıcın kabzası altın tel sarmalı ve
kabza tepeliği köşeli, etrafı antik bir dilde yazılar ile çevriliydi. Dış
kesitinde yine eski yazılar ile çevrili kitabe görülüyordu. Kurs yüzünde
çözülememiş ancak nişan olduğu düşünülen semboller vardı. Balçak kollarının ucu
meşe palamudu şeklindeydi. Tabanda sekizden azalarak uca doğru üçe düşen ve
üçten ikiye ve en son bire düşen derin sayılacak kan olukları vardı.
Louis gözlerini çeliğin ve gümüşün üst
kısımlarında sedef ve balık dişi ile birleştiği, o dönemde olmasına dahi imkân
tanımadıkları işçilikle birleşmiş, altın süslemeli kılıçtan ayıramamıştı.
Dudaklarını araladığında sadece birkaç kelime çıkabildi geniş ağzından.
“Efendim bu kılıç?“
Bilim adamı her zamanki gibi cümlesini
tamamlama gereği duydu.
“Çok büyük ve ağırlığı da bir insan için
hareket imkânını kısıtlayacak, hatta yok edecek düzeyde değil mi?”
“Evet efendim. Eski insanlar hikâye
uydurmayı seviyor olmalılar ki öyküsü de çok garip.”
Bilim adamı hafifçe tebessüm ettikten
sonra konuştu.
“Bu kılıç hakkında bulduğumuz öyküler çok
eşsiz. Bu kılıç yani sahip doğrayan, sahibi yetişkinliğe erişince ve kendisine
hükmedince bu şekli almış. Sahibi ile boyu uzamış. Düşünebiliyor musun? Komik
gerçekten çok komik bir hayal gücü... Yine de işçiliği ve güzelliği paha
biçilemez. O kadar eski bir dönemde yapılmış olması da daha ilginç.”
Louis hayal etmeye çalışıyordu. Aklında
önce kendisini bu kılıçla canlandırdı. Sonrasında bir ikizi olduğunu ve iki
farklı kılıçla durduğunu düşündü.
“Çelik bir kılıcın altın gibi parladığı ve
sahibinin görünümünde ikinci birine dönüştüğü... Hatta iki ayrı kılıca
bölündüğü bir film? Oh, olsa izlemek isterdim.”
Bilim adamı tüm neşesini kaybetmişçesine
iç çekerek, yürümeye başladı. Arkasına baktığında sersem yardımcısı, halen daha
kılıca bakıyordu.
“Louis!”
***
İzleyici bölmesinden sesler yükseliyordu.
Hasta olduklarını düşündükleri usta sapasağlam karşılarındaydı. Görünüm
değiştirme mührü normalde en güçlü büyücülerde bile çok kısa süreli etkili
olurdu. Uzunca süre birinin bu mühürle şekil değiştirdiği görülmemişti.
Rütbelilerden birisinde bu yetenek olduğu duyulmuştu ancak rütbelilerden birine
rastlayıp yaşayan hiç kimse kalmadığı için doğru olup olmadığı tartışılıyordu.
Aynı şekilde yer dibi sarayının kutsanmış taşları üzerinde hiçbir insan,
görünüm değiştirme mührünü kullanamazdı. Bu gerçekten üçüncü usta olmalıydı.
Dokuz efsane ustanın en yaşlısı söz aldı.
Birinci usta kendi rengi olan beyaz renkteki cübbesinin üzerindeki, cübbesi
kadar beyaz sakallarını karıştırarak, konuştu. Dokuzuncu ustanın katılmama gerekçesini
sordu.
Dokuzuncu usta yani ihtiyar, saraydan
uzaklaştırılmış olsa da rütbesini devretmemişti. Bu durum sebebiyle her yılın
düzenli sınavlarına izleyici olarak katılmak zorundaydı. Baş öğrencisi ve aynı
zamanda bir usta olan Zess’i gönderebilirdi de yerine. Ancak Zess her zamanki
gibi baş öğrenci kıyafetlerini giymemişti. Saraya aykırı davranışları tepki
çekiyordu. Bir efsaneyi temsilen gelmiş ise kılığını ona göre ayarlaması
gerekirdi.
“İhtiyar buraya katılamadı. Bunun sebebi,
üçüncü ustadan aldığı bir görev dönüşünde başımızdan geçenlerdir.”
Diyen Zess’i, üçüncü usta herkesin meraklı
bakışları arasında cevaplama gereği duydu.
“Doğrusu oğlum bir noktayı unutuyorsun.
Benim tarafımdan verilmeyen bir görev dönüşünde. Peki, baş öğrencim ne diyeceksin
bu duruma?”
Luza ellerini iki yana açarak kafasını
‘maalesef’ anlamında salladı.
“Ustam. Bilmenizi isterim ki bu konu
hakkında hiçbir bilgim yok.”
“Öyleyse fırçam ile mührümün sende ne
aradığını öğrenebilir miyim?”
Amber, Rabi ve İlksel şaşkınlıkla
izliyorlardı. Fırçası ve mührü teslim eden Luza, hastalığı nedeniyle yanına
aldığını ve onu sağlam görmekten dolayı oldukça mutlu olduğunu söyledi.
Amber nazik boynunu hafifçe Rabi’ye doğru
bükerek fısıldadı.
“Bu nasıl olur? İllüzyon mu?”
“Bu Zess bile olsa, hiç kimse bu kadar
kalabalık bir yerde İllüzyonu kullanamaz Amber. Görünüm değiştirme mührü
olabilir mi? Ancak yer dibi sarayında bu da imkânsız?”
“O mührü en iyi ustalar bile bu kadar uzun
süre kullanamaz. Anlamıyorum gerçekten bu üçüncü ustaysa?”
“Luza’ya baksana. Hayalet görmüş gibi...”
Rabi bugün daha net olarak hissediyordu.
Luza’dan çok değişik yoğunlukta büyü enerjisi yayılıyordu. Algısını
karıştıracak bir enerjiydi.
Her yerden sesler ve merak dolu konuşmalar
yükselirken birinci usta tekrar konuştu.
“Dokuzuncu ustanın öldürülmesine açıklık
getirilmesi gerekmekte...”
Üçüncü usta bu soruyu bekliyormuşçasına,
ekşi bir ifadeyle ağzını açtı.
“Baş öğrencim Luza... Ayrılıkçıların
verdiği kayıplardan ve dokuzuncu ustanın ölümünden sorumludur.”
Luza itiraz etti. İtirazını eklemeyi de
unutmadı.
“Efendim. Yanınızdaki Zess bir
illüzyonisttir. Size hayal göstermiş olmalı.”
Zess gülümsedi ona bakarken. Çok yorgun
görünüyordu.
“Öyle miyim dersin?”
Azul, “Çünkü o dokuzuncu, bariyerde ve
illüzyonda kandan gelen bir yeteneği olacaktır diye tahmin ediyorum. Tıpkı
dokuzuncu usta gibi... Torunu da soyunun özelliğini taşıyor olmalı.”
Birinci usta, diğer efsane ustalara dönerek
konuştu. İhtiyarın yeteneğini herkes bilirdi. Ancak Zess’in onun torunu
olduğunu efsane ustalar arasında bile ilk defa duyanlar vardı. Kararı
vermişlerdi. Zess’in sinirli sesi duyuldu.
“Bariyer yeteneğim maalesef yüksek değil.
Ancak evet ben bir illüzyonistim. İhtiyarın torunu olmama gelirsek, beni takip
etmeyen ya da araştırmayan birisi bunu bilemez.”
Bu konuşmanın ardından dev alanda büyük
bir gürültü koptu. Bariyerciler birinci ustanın emriyle Luza’nın etrafını
sardılar. Luza inanılmaz derecede masum bir yüz ifadesiyle nefes nefese
konuşmaya başladı. İftiraya uğradığından bahsediyordu. Üçüncü ustaya
yalvarırcasına bakarak konuştu.
“Zess’in illüzyonlarından dolayı böyle
düşünüyor olabilirsiniz ustam. Onu ve arkadaşlarının büyüsünü bariyer ile
durdurursanız eminim gerçekler anlaşılacaktır.”
Doğru olabilirdi. Bu şekilde düşündükleri
için efsane ustalardan bariyerci olan ikisi Zess, Amber ve Rabi’nin büyü çıkış
uçlarını yüksek bir enerji bariyeri ile kapattılar. Bu öyle bir bariyerdi ki
sadece çok yüksek bir büyü ile dışarıdan açılabilirdi. Buna maruz kalan büyücü
tek başına bunu hiçbir şekilde kıramazdı. Rabi bile bu bariyeri kıramazdı.
Çünkü efsane ustalar da bu büyüye destek vermişlerdi. Bu durum büyünün
inanılmaz güçlü olmasını sağlamıştı. Dışarıdan kilitlenen bir kapı gibi ancak
dışarıdan bir etkiyle açılabilirdi.
Ancak anlaşıldı ki ne konuşma ne de üçüncü
usta illüzyon değildi. Herkes kahkaha atan Luza’ya döndü.
“Yani gerçekten? Rol yapamayacağım öyle mi
daha fazla?”
Luza elini alnına koydu. Kafasını
sıkkınlıkla salladı. Bir anda değişmişti. Duruşu daha dik daha özgüvenli
oluvermişti. Sarhoş gibi konuşmaya başlamış ve ağzından çıkan her kelimeyle
eğlenir bir hal almıştı.
“Üçüncü ustayı kendi ellerimle öldürdüm.
Dokuzuncu ustanın ve Rabi ile Zess’in öldürülmesi için saat mührünü hazırlayan
ve ayrılıkçıların gizemli ölümlerinin sorumlusu da benim.”
Luza bunu söyledikten sonra üçüncü ustaya
döndü.
“Seni öldürmüştüm unuttun mu? Bunak.”
“Tüm direnişçilerden özür dileyerek
söylüyorum. Luza’nın dediği gibi üçüncü usta öldü. Ben kadim silahlardan Axis.
Sahip doğrayan olarak da bilinen lanetli kadim kılıç... Gerçeklerin anlaşılması
için bu şekle bürünmek zorunda kaldım. Sahibimin büyü gücüyle oluşan yan
özelliğimle...”
“Kadim kılıçların her yan yeteneği
sahibinin gücünü yarıya düşürür değil mi? Sadece sorsaydınız da itiraf
ederdim... Avımı buldum çünkü. Burada başka işim yok.”
Luza bunları söylerken etrafını saran
ustalar bariyerler ile çevirmişlerdi. O ise halen daha konuşmaya devam
ediyordu.
“Yani aptal rolü oynamaya devam
edemeyeceğim öyle mi? Bu kılıca verdiğin güce bakılırsak epey zorlanıyor
olmalısın... Sırf kim olduğumu ispatlamak ve bir tuzak kurmak için yaptın.
Anlıyorum bana kaçma şansı bırakmak istemedin. Hâlbuki ben size biraz daha uzun
yaşam vaat etmiştim. Sadece göz yumacaktınız hepsi buydu. Ah, tabi sen hariç
kör çocuk...”
Beyaz giysileriyle birinci ustanın yaşını
belli eden ses tonu yankılandı.
“Bu ne demek oluyor Luza?”
“Bir zavallı gibi af dilememi mi
istersiniz? Hadi beni duymamış gibi yapın ve affedin. Yoksa gerçekten mutsuz
sonlarınız olacak.”
Sonra aşırı bir hızla Zess’in yanına
geldi. Tüm bariyerler bu kadar kolay kırılıyor muydu? Zess ondan kaçmaya
çalışsa da Luza aşırı hızlıydı. Onu takip etmekte zorlanıyordu.
“Senden başlayarak Zess!”
Ona çok yakınlaşmışken Luza durakladı
aniden. Bariyerciler onu kapana kıstırmışlardı bile.
Bakır rengindeki çemberlerin kırılma
sesleri geliyordu. Ancak tüm bariyerler kırılsa da bir bariyerin kırılması çok
zordu ki o da bir efsane ustaya aitti.
Efsane ustalardan birinci, herkese alandan
ayrılmalarını emretti. Onu durduracakları zaten kesindi. Ayrıca ayakaltında
dolaşan öğrencilerin zarar görmemesi daha iyiydi. Efsanevi ustaların sağ kalmış
olan yedisi, Zess, Amber ve Rabi hariç herkes çıktı. Bariyer ustasının elleri
kanıyordu. Zess bileğini kanatarak ustanın kanayan ellerine damlattı. Bu mührü
tanıyordu. Saat mührü yanındaydı Luza’nın ve bunu kullanarak az kalsın bariyer
sahibi ustanın ölümüne neden olacaktı.
“Kendimi tanıtmadım değil mi? Luza deyip
duruyorsunuz. Üzgünüm, soylu yedilerden Azul, sahte isim bulmak konusunda
uğraşacak değildim. Ama bu kadar ipucu verdikten sonra anlamamanız da sizin
suçunuz.”
Onu takiben gölgesi hareketlendi. Küçük
sevimli bir kız çocuğu çıkıverdi gölgeden. Rütbelilerin altıncısıydı bu.
Mühürde özellikle de görünüm değiştirmekte ustaydı. İsmi bilinmezdi. Aynı
şekilde diğer mühürleri de. Azul’un sırtına tırmanıp boynuna oturdu küçük kız.
“Kızıl kadını tercih ederdim.” Dedi Azul.
“Bu hangisiydi?”
“Sanırım ilk öldürdüğüm beden bu. Kimdi
acaba?” dedi küçük kız. “Acaba...” Bir süre elini dudaklarına götürdü.
Tırnaklarını ısırdı. Düşündü ve ”Hahaha... Hatırladım! Kız kardeşimdi.”
Küçük bir kızın korku vermesi ancak o kişi
bir rütbeliyse doğru olabilirdi. Bir elinde sepet içerisinde şekerlemeler
vardı. Azul’un boynuna bacaklarını doladı ve kafasını aşağı doğru sarkıttı
küçük kız. Azul’un geniş sırtından yere doğru sarkıyordu. Kül rengi dağınık
saçları, yeşil gözleri vardı. Kırmızı-siyah çizgili çorapları, siyah tulumu ve
süslü ayakkabıları ile sevimli ancak tuhaf giydirilmiş bir kız çocuğuydu.
Şekerlemelerden birisini tıkıştırdıktan sonra dolu ağzıyla konuştu. Bir yandan
şekerleme yiyor bir yandan gülüyordu.
“Büyü dolu taşlar! Görünüm büyüsüne karşı
yapılmış taşçıklar... Bu sıradan bir insanda işe yarar... Biz havarilerde değil.”
“Şımarıklık etme. Havari lafını her yerde
söylemeyi kesmelisin. Rütbeli daha güzel bir kelime...”
Azul tarafından paylanan küçük kız, dilini
çıkarttı efsane ustalara dönerek. Dumansız bir ateş Axis, Rabi, Zess ve Amber’ı
küp benzeri duvarlar içerisine aldı. Kaşla göz arasında ustalar bu hattın
dışında kalmıştı. İçeri giremiyorlardı. Dahası Zess Amber ve Rabi’nin büyü gücü
bariyer ile durdurulduğu için onlar yeteneklerini kullanamıyorlardı. Azizler
görünmüyorlardı. Bu küçük kızın yaptığı duvarlardan dolayı olmalıydı. Kız
sadece Amber’ı parmağıyla gösterdi.
“Azul onu da koleksiyonuma katmak
istiyorum.”
Ruh Bedene Şekil Verdi Bölüm 12