17 Aralık 2013 Salı

Ruh Bedene Şekil Verdi Bölüm 11


“Ne oldu?”

Zess yer dibi sarayına oldukça yakın bir şehirde iken, Rabi ve Amber’ın yanlarından kısa bir süre için ayrılmak istemişti. Yüzünü örtmek ve tanınmamak için kullandığı kumaş parçasını, hafifçe düzelten Zess, Rabi’nin sorusunu cevapladı.

“Siz gecikmeden saraya ulaşın. Önemsiz bir işim var. Geç kalmamaya çalışırım. “

Onlar saraya doğru yol alırken yüzü mükemmel hatlara sahip genç adam, demircinin evine gelmişti bile. Onu görünce gülümsedi demirci. Selamlaştılar ancak ağızlardan tek bir kelime çıkmadı. Hemen onu içeri alıp, sadece oturacağı yeri gösterdi. Beklemesini işaret etti. Hemen sonra da elinde çaylarla döndü.

Biraz utangaç bir şekilde kızıl çayı ikram ederken konuştu demirci.

“Kusuruma bakma... Çay koyu oldu. Ne zamandır yaprakların tadı yok.”

“Benim ihtiyar çok severdi çaylarını...” dedi Zess. Demirci tekrar sessizliğe gömüldü. Zess bir yudum aldı,“Güzel olmuş.”

Gerekmedikçe konuşmazdı demirci. Öyle duyulmuştu. Sağır derlerdi. Kimseyi duymazdı. Karısı onu çırağıyla aldatmış, derdinden sağır ve dilsiz kalmış diye dedikodular yayılmıştı. Sağır olduğu için konuşmaz derlerdi. Ya da acısından konuşmaz diyen de olurdu.

Bilge olduğuna dair söylentiler de vardı. Diyorlardı ki çok nadir konuşurmuş ama konuşunca tüm gerçekleri söylermiş. Kalp görür, dil çözermiş. Sonra da tekrar dönermiş sağır ve dilsiz hayatına.

Hâlbuki işin aslını Zess çok iyi biliyordu. Güvenmediği insanların yanındayken bırakırdı konuşmayı. Sürekli aklı sorularla, anılarla, ölen eşiyle dolu olduğu için de o zamanlar kimseyi dinleyememişti. Hakkında söylentiler yayılınca ağzı iyice susar olmuştu. Sadece direnişçiler arasında konuşurdu. Kâhine itaat edenin yanından iblisler uzak durmaz derdi. Direnişçiler de onun bu haline saygı duyar, toplum içinde ona sadece selam verir tek kelime etmezlerdi.

Karısı ondan beş yaş küçüktü. Sevilmişti ve gerçekten çok sevmişti. Sonrasında ise bir hastalık kadını ele geçirmiş, hiçbir şifa mühürcüsü tedavi edememişti. Kadın günden güne yıpranmış ve en sonunda gözlerini yummuştu.

Karısının cansız bedenini, o çok sevdiği dağın eteğindeki manzaraya bakacak şekilde gömmüş, şehre döndüğünde acımasız dedikoduları duymuştu. Ne dese dinletememişti. Susmuştu. Duymamıştı. Konuşmaz olmuştu. Derdinden ağzına lokma koymadığı günlerden birinde Zess ailesiyle birlikte onun yanında olmuşlardı. Aile dostlarıydı. Dostlukları sadece bu kadarla kalmamıştı. Direnişçilerin gizli üyelerindendi o da tıpkı ailesi gibi.

Zess biten çayın kâsesini bıraktıktan sonra yerinden kalkmak istedi. İlginç bir şekilde çayın kızılyapraklarından birisi karnının üzerine düştü. Sanki bir kandamlasıymışçasına iz bıraktı. Kıyafeti yaprağın suyunu çekerken kan lekesi gibi iz büyüdükçe büyüdü. Demirci bunu fark etmiş olacak ki ölüme yorsa da içindekileri seslendirmedi. Sadece endişe ile izledi.

Zess sol kolundaki altın kelepçeyi çıkardı. Masanın üzerine koydu. Çınlama sesini takiben demircinin yüzünü büyük bir tebessüm kapladı. Az önceki endişesini unutmuştu.

“Tamamlamışsın. Dönüştürebilmişsin.”

Bunu söyleyen demircinin gözlerinde sevinç vardı. Eliyle ters çevirip işçiliğine bir kez daha baktı. Sonra tekrar Zess’in onu eline alıp dokunmasını izledi. Zess’in elini dokundurmasıyla, kelepçe parlayarak açıldı, gökyüzünden ışığı çalarak canlandı. Altın gibi parlayan bir kılıca dönüştü.

“Sahibini tanımış. Seni kabul etmiş.”

Ailesi asırlardır hatta bu krallık ilk kurulduğu zamandan beri demir işçisiydi. Aile mesleğiydi bu. Asil soya dayanan en değerli kılıçlar onların elinden geçmişti. Lakin bir kılıç vardı ki, lanetli diye bilinirdi. Şimdiye kadar kimseyi kabul etmemişti. Her eline alanı ölüme götürmüştü. Kimisine öyle ağır gelmişti ki taşıyamamıştı, kimisi ise onu eline aldığı anda yanmıştı.

Axis gibi kutsal kılıçlar yaklaşık on yılda hazırlanırdı. Hazırlandıktan on beş yıl kadar soğumaz ve kıymetli sular içinde beklerlerdi. Ancak bu lanetli denilen kılıcın hazırlanması kırk yıl almıştı. Bildiği en değerli kılıçlardan biriydi. Bu yüzden sahibini de kendisi seçiyordu. Ateş azizini seçen ikiz kılıçlar, toprak azizesini seçen kısa altın hançeri gibi. Su azizinin aynalı mızrakları, hava azizinin asası... Rütbelilerden silahtar ailesinin gürzü ve kâhinin yadigâr çalgısı... Bunlar bildikleriydi ama toplamda doksan dokuz tane olduklarını duymuştu.

Zess’in küçüklüğünü hatırladı neden sonra. Zess’i ailesi buraya getirdiğinde ise çocuk çınlama sesinden bahsetmişti. Duramamıştı yerinde biri bana sesleniyor demişti. Belki beş yaşında belki daha küçük bir çocuğun dediklerini umursamamışlardı. Sonra çocuk koşarak gizli odayı kendisi bulmuştu. Herkesin korkuyla gözü açılırken çocuk kılıcı eline almıştı bile. Ve kılıç görkemle parlamaya başlamıştı. Onun elinden almaya çalıştılar. Ancak çocuk elinden bıraksa bile kılıcı kimse eline alamadı. İşte o zaman anladılar sahibini seçtiğini.

Ancak ehlileşmesi çok zor bir kılıçtı bu. Bazı kadim silahlar sahibinin bedeniyle birleşebileceği gibi aksesuar tipleri yüzük, kolye gibi şeylere de dönüşebilirdi. Zess’in kılıcı belli ki aksesuar tipteydi. Kadim silahların içindeki gizemleri keşfetmek çok zaman alırdı. Zess ise be kadar genç yaşta itaat ettirmeyi başarmıştı.

Merakla sordu Zess.

“Bildiğin her şeyi öğrenmek istiyorum. Neler yapabiliyor bu kılıç? Ateş azizi gibi kül mü ediyor? Toprak azizesi gibi şifa mı veriyor? Hava azizi gibi gökyüzüne mi hükmettiriyor? Yoksa su azizi gibi ikinci bir bedene mi dönüşüyor?”

Demirci hayır anlamında kafasını salladı. Yüz hatlarından Zess’in bu merakını hayra yormadığı belliydi.

“İkinci bir beden? Hayır, genç dostum hayır. İkinci bir beden ya da ikinci bir can vermez silah. Ancak... Sadece bazı kadim silahların kendi bedenleri vardır. Su azizi su mühürlerinin yanında, yansıtma temelli büyü de kullandığı için ruhunun parçaları silaha da saçıldı. Silahın büyücünün kendi görünümünü almasının sebebi ruhunu alması ve büyücünün yansıtma yeteneğiyle birleşmesinden gelir.”

Zess ise sırıtmaya başlıyordu.

“Yansıtma mı? Benimkine benzer yani. Benim yeteneğim illüzyon olduğuna göre silahım da-“

“Seninle birlikte şekil alacak ve senin gücüne benzer bir güce kavuşacak. Belki de tamamen zıt bir güce kavuşacak. Nadir birkaç asi silah vardır. Bunca zaman onu normal bir kılıç gibi kullanmış olabilirsin ancak bundan sonrası için çok dikkat etmelisin. Kadim silahlar anlaşılamayacak kadar karmaşıktır. Sahibinin hem ruhunun bir parçası hem de kilit noktasıdır. Neler sakladığını bilemezsin.”

Bunları söyleyen demirci özellikle uyarıyordu Zess’i. Çünkü onun çocukluğundan beri deli dolu olması eninde sonunda başına iş açacaktı. Zess konuşmalarından sadece işine geleni duyuyor gibiydi. Demirciye yine aklından geçeni sordu Zess.
“Kılıç kaybolursa ya da kırılırsa, benim ruhum parçalanacak yani, öyle mi?”

“Emin değilim. Kadim kitapların gizlisidir, hiçbir yazı yazamaz bu kılıçları. Öğrenmek için yaşamalısın. Umarım ki tehlikeler senden uzak olur. ”

Sonra nedense birden gülümseyiverdi demirci. Anlamıştı. Ancak bir başka şeyi fark ettiğinde gülümsemesi hemen soluverdi. Axis her zaman ölüm ile birlikte anılırdı.

“Kullandın değil mi? Axis sahip doğrayan olarak bilinir. İhanetine hazırlıklı olmalısın.”


***

-Yer dibi sarayı, rütbe ve ustalık sınavları başlamadan önce tören alanı.-

Dokuz ustayı anlatan dokuz dev heykelle süslenmiş girişi vardı. Saray iki dağın arkasına gizlenmişti. Ülkenin denizler ile çevrili en doğu köşesinde çoğu haritanın çizmeyi unuttuğu özel bir konumdaydı. Doğrusu bu saray taşlarının içerdiği büyülerden dolayı zaten hiçbir haritada çizilmezdi. Aynı şekilde konumu da dağlar ile çevrili gizli bir alandaydı. Yakın komşuluktaki şehirler tamamen direniş bölgesi olmuştu.

Sarayın gizlendiği yere yeterince yaklaştıklarında direniş sembollerini yere attılar. Sembol parıldayarak açıldı. Açıldıktan sonra çıkan ışıklar altlarındaki toprak parçasını hareketlendirdi. Dağın sarp ucundan çevrelerini saracak bir şekilde iki duvar çıktı. Duvarlar onların etrafını tamamen ördü ve dağın içerisine bir yol açarak onları çekti. Devamında sarayın ismini aldığı gibi yerin dibine değil dağın tepesine gelmişlerdi. Sembollerini saplandığı yerden almalarıyla duvarlar eridi.

Saraya yer dibi denilmesinin sebebi geçidinin yerin dibinden olmasından ve sarayın katlarının yukarıya doğru değil aşağıya doğru çıkmasından dolayıydı. Görkemli ve bir insanın görebileceği en güzel, en ihtişamlı mimariye sahipti bu saray. Sınav alanı ise en üst kısmında düz ve sade büyük kare alandaydı. Bu alanın kuzeyinde ve batısında gözlem kulesi, ortasında büyükçe bir başka platform ve doğusunda ise dokuz ustanın, baş ustaların, denetçilerin ve baş öğrencilerin oturarak alanı seyretmelerini sağlayan denetçi alanı vardı.

Rabi ve Amber neler olacağından haberdar edilmemiş bir şekilde alana geldiler. Zess daha sonra gelecekti. İlnes onları görerek selamladı. Daha sonra da yanlarına geldi. Onlara Luza’nın durumundan bahsetti. Hem kendi ustası hem de Amber’ın ustası onunla konuşmuş ve Luza her türlü suçlamayı reddetmişti. Üçüncü ustaya bu ustaların güvenlerinden kaynaklı olarak da baş öğrenciyi suçlayamamışlardı.

Amber onlara dönerek konuştu. Zess’in gelememe sebebini merak ediyordu. Bir baş öğrencinin gecikmesi saygısızlık sayılırdı.

“Zess bir şeyler düşünmüş olsa iyi olur.”

İlnes gittikten sonra Rabi, Amber’a son çare olarak azizlerin Luza’ya güvenmemesini göstermeyi önerdi. Yaşayan tek varis için bunun ne kadar tehlikeli olduğunu fark ederek, bu fikirden her ikisi de vazgeçtiler.

Bir süre sonra tüm sınava girecekler dizildi. Hem Amber, hem de Rabi ustalıklarını aldıkları için izleme bölmesine yerleştiler. Birkaç kişinin kendi aralarındaki dedikoduyu duydular. O ikisinin bu yaşta usta olmasının saçmalığından bahseden ufak tefek fısıltılardı bunlar. Hâlbuki kim olduklarını ve yapmaları gerekeni bilselerdi bunu efsane ustaların bile başaramayacağını anlayabilirlerdi. Amber hiçbir şey demese de Rabi çoktan onu tahta geçirmek işini kendi üzerine görev, vazife saymıştı. Yavaş dahi olsa birlikte geçirdikleri zaman birbirlerini tanımalarında faydalı olmuştu.

Onlar konuşadursun, yerden yukarıya büyük dokuz renkli gösterişli bir kapı ortaya çıktı. Birbiri içerisinde silinen kavisler ile dokuz bölmeli kapının sekiz renk taşı da parıldadı. Birisi eksikti. Dokuzuncu ustanın yeşil rengi sönüktü. Üçüncü ustanın taşını da temsilcisi Luza kullanıyor olmalıydı.

Nihayetinde efsane ustalar, baş öğrencileri ile birlikte gelmeye başladı. Numara sırasına göre dizilmiş efsaneler, baş öğrencileri hemen ardından kendileri gibi ustalar ve denetçi denilen büyü kullanamayan sıradan insanların oluşturduğu küçük bir kalabalık izleme alanına yerleşti. Efsane ustasını temsilen Luza da ağır adımlar ile diğerlerini takip etti.

Sınava tabi tutulan tüm öğrenciler aynı anda saygı ile eğildiler. Amber gözlerini Luza’dan ayırmıyordu. Luza bakışlarını yakaladı. Amber’a yüzünde küçümser bir ifade ile göz kırptı. Amber kaşlarını çatarak ona bakakaldı.

Bir süre sonra henüz sınavlar başlamamışken, kapı ilginç bir şekilde bir kez daha açıldı. Dokuzuncu ustanın yeşil rengi kapıyı alev yakmaya başladığında herkes şaşkınlıkla bakakaldı. Dokuzuncu ustanın gelmesini hiç kimse beklemiyordu. İşte o anda garip bir şey oldu. Zess ve önünden yürüyen üçüncü usta...

Luza’nın gözleri fal taşı gibi açıldı. Üçüncü usta her zamanki gibi duruyordu ve bir espri yapmadan duramadı. Öğrencisinin sembolünü alma terbiyesizliğinden bahsetti.

Luza yerinden fırlayarak itiraz etti. Gördüğü şey imkânsızdı. Üçüncü usta nasıl olur da?

“Bu doğru olamaz!”

0 yorum:

Yorum Gönder