Bölüm 4
Geniş duvarları ile ihtişamlı mimarideki kütüphanede ilerliyordum. Adımlarım her zamanki gibi sakindi. Gideceğim kısım çoğu insanın var olduğundan bile haberi olmadığı gizli odaydı. Oda demek yetersiz kalırdı. Devasa bir salon daha doğruydu. Penceresiz, bodrumda ve ilginç aydınlatmaya sahip eşsiz bir salondu. Nedense insana azim aşılıyordu. Eşsiz kitapların eskiyen sayfalarından gelen hoş bir kokuya sahipti. Buradaki kitapların bakımı tamdı. Çürümeleri mümkün değildi. Sadece zamanın azizliğiyle yıpranmış kenarları vardı, o kadar.
Ahşap bir manzaradan geçiyor gibi hissediyordum. Oymalar, desenler ve kitapların özenli ciltleri güzel bir manzaraya neden oluyordu. Etrafta birilerinin olup olmadığını merak ederek çevreme bakındım. Cebimdeki mühür büyüsüyle donatılmış kâğıt parçası emrimle gökyüzünde dağıldı. Elimi dudaklarıma götürdükten sonra ıslık benzeri kısık bir ses çıkardım. Mat bir yeşil renge sahip ışık kümesi belirdi önümde.
Bu ışığı bir tek sahibi olan ben görebilirdim. Bir de özel ailelerden birine ait gücü kullananlar görebilirdi. Bir Tanrının gözleri denen büyüye sahip aile bunu çok rahat fark ederdi. O büyüyü sır gibi saklayan aile aslında pek çok gizliyi de bilirlerdi.
Bazı büyüler araştırmalarla bulunmuştur. İnsan ya da hayvan kanıyla beslenenlerine kadar çok farklı geçmişi olan bazı büyüleri sadece asil aileler bilir. Ailevi büyülere saklı büyüler denmiştir. Bu tip büyüye sahip olmak büyük bir sorumluluk istemektedir. Çünkü aile sırrını saklamak, büyüyü çıkarsız kullanmak ve böylelikle aile şerefine sahip çıkmak zordur. En güçlü saklı büyü ise Kraliçenin Hizmetkârıdır. Bu büyü şeytanlıkla doludur. Hüzünlü de bir efsanesi vardır.
Krallığımızda ilk zamanlarda tahtın iki ailesi varmış. Birbirlerine soy olarak uzak ancak bir o kadar da asil bu aileler ülkenin adaleti için birlikte kararlar alırmış. Dört aziz bu ailelerden birindeki varisi seçerken, diğer ailenin varisi de yönetimde rütbeliler odasında yer alırmış. Ancak bir gün azizler tarafından seçilmeyen diğer aileye iftira atılmış. Düşmanlarının kıskançlıkları yüzünden ihanetten yargılanmışlar.
Ceza olarak da kraliçeyi ve onun soyunu korumakla görevlendirilmişler. Gururlu aile için bunu kabul etmekten başka bir seçenek yokmuş. Kanları ile verdikleri sözlerinde durmuşlardır. Görevlerini başarı ile yerine getirmek için de büyünün tüm insani yönlerini çalmasına izin vermişler. Zamanla aklansalar da sözleri devam etmiş. Bedenleri hayvanlaşmış ve itaat ettikleri tek kişi aynı soya ait kraliçe olmuş. Zamanla bu kraliçenin saf kanını taşıyan tek bir kadın kalmış…
Büyüleri öyle işsizmiş ki zamanla o aileyi taklit eden büyüler ortaya çıkmış. Bir ölünün gözleri büyüsü gibi güçlü ailelerin öğrendiği büyüler... Ailenin kutsal saydığı hayvan timsahmış. Timsah görünümündeki ruhun mutsuzluğu insan bedenlerine dokunmaktan, parçalamaktan çekinmezmiş.
Ancak bu tek kanı taşıyan prenses onları azat etmek istemiş. Haksız yere evcil bir hayvana dönüşen aileye acımış. Simsiyah bir süvari ve elindeki zincirlerle tuttuğu siyah timsahlar ilgisini çekmiş. Gönlüne yenik düşen prenses merakla insan hallerini incelemiş. Bu güçten mahrum kalmak istemeyen kral prensese tek bir yol sunmuş. Ya kalacak ya da aile ile birlikte sürgün edilecekmiş. Sürgünü seçen prensesten bir daha haber alınamamış.
Daha sonra tahta layık olduğunu ve onların soyundan geldiğini iddia edenler olmuş. Büyük bir isyan olmuş. Halk sarayın kapısında hakkını aramış. Haklarını isteyenler için bir meclis kurulmuş. Bir tertip düzenlenmiş, o dönemin adil kralı tarafından. İki prens adayı yarışacak ve güçlü olan tahta layık olacakmış. Nonuin tertibi denilmiş adına, adalet demektir nonuin. Ancak öyle bir kanlı savaş olmuş ki iki aday da rütbeliler de yok olmuş. Bir daha bu olmasın diye meclis artık gizli bir göreve başlar olmuş. Bu görev tüm taht isteyenleri, azizler tarafından seçilen hariç yok etmekmiş.
Adaletten adını alan nonuin meclisi... Ölüm gibi benzer bir kelimeyle anılır olmuş. Emrimle dağılan yeşil ışık çok geçmeden döndüğünde ileride bir başkasının olduğunu göstermişti bana.
Işığın sesi yoktur ancak gözleri vardır. Duyguları dahi gören gözleri… Kokusu, büyüsü ile tanıdık kişi Hisuar’dı. Ancak neden buradaydı? Ona doğru yaklaşmaktan kendimi alıkoyamadım. Geliş amacımı dahi unutmuştum. Sadece ona odaklanmıştım.
Adımlarım ona yeterince yaklaştığında aramızda sadece bir raf vardı. Gözlerime dahi bakmadı. Elindeki kitaptan ayırdığı gözlerinde mutsuzluk vardı.
“Adam mutsuzdu. Adam âşıktı. Son kan onu büyük bir istekle arzularken onun verecek bir cevabı yoktu.
Atalarımın kanla verdikleri söz senin dahi bozamayacağın bir şey olsa da günaha ortak olmakta kararlı mısın? Dedi kadına. Kadın yaklaştı.”
Almud’un kitabından bir kısmı okuyordu. Burada onunla yalnızdık. Devam ettirmeli miydim cümlesini? Devam etmemi mi istiyordu? Son kanın yani prensesin, hizmetkârına aşkını anlatan bölümü okuyordu.
“Hatırladığını söylediğin sürece, yaşadığım sürece, ölsem dahi mezarımdaki kayıp ruhun sana ait olduğunu bildiğin sürece…”
“Ve kadın korktu. Ama aynı zamanda sevdiğinin özgür olmasını istedi.”
“Yeniden insan olduğunu görmek istedi. Asla onunla olamayacağını bilse de mutlu olmasını istedi.”
Bana demek istediğini anlıyordum. Kral belki de onun benimle olmasına asla izin vermeyecekti. Kedere boğulmamdan önce vazgeçmemi mi istiyordu. Ancak aynı zamanda o son kanın hiç vazgeçmediği gibi ısrarla uğraşmamı da... Nasıl vazgeçerdim? Bunu benden bekliyor muydu ki?
Ozanların Şarkısı Bölüm 4