17 Aralık 2013 Salı

Ruh Bedene Şekil Verdi Bölüm 3

BÖLÜM 3

“Şimdi anlıyor musun Rabi? Onu koruyan şeyler gizleme mührüne sahip. Korkarım ki o köpek çok da küçük değil. Ve dahası orada sadece köpek yok.”

Rabi’nin sadece kafası karışmıştı. Zess bunu dedikten sonra yumuşak kumu işaret etti. Bir sürü ayak izi vardı. Rabi dehşete düşmüştü. Bu izler ve köpek hırlaması?

Kraliyet ailesini koruyan azizlerin gizlenebildiğini duymuştu. Varis tehlikedeyken ortaya çıkıyorlardı. Bu iz azizlere aitse, Amber bir gözyaşı olmalıydı. Kayıp varis bir gözyaşıydı çünkü. Ama Amber’ın simsiyah saçları vardı. Gözyaşı parıltısı da görememişti. Neler saçmalıyordu. Farklı bir çağırma büyüsü ya da gizli koruma büyülerinden biri olmalıydı. Zess, kıkırdadı. Rabi’ye hiçbir zaman bir şeyi tam olarak açıklamazdı zaten. Küçük bir eğlenceydi bu onun için.


Sabah olmuştu. Rabi ise huzursuz uyumuştu. Sabahın ilk ışıklarıyla Rabi uyandığında, Zess ve Amber bağdaş kurmuş manzarayı seyrediyorlardı. Düşkesen Dağlarının nefes kesen etekleri hoş bir manzarayla sarılıydı.

Nehren Şehrine yukarıdan bakıyorlardı. Önceden çalışkan insanlarıyla bilinen bir şehirdi burası. Ancak giderek terk edilmişti. Şimdiyse oldukça sakin olan sokaklarında tek tük insana rastlanıyordu.

Bir süre oturup onlara eşlik eden Rabi, Zess'e döndü. Zess bakışlarını sadece bir noktaya kenetlemişti. Birine bakıyordu ve dişini sıkmıştı. Amber ise elindeki kağıtlara bir şeyler karalıyor ve zaman zaman gökyüzünü seyrediyordu. Sanki bir şeylerden rahatsız gibiydi. Uğursuz cadı diye düşünmeden kendini alamadı Rabi. Neredeyse duyulmayacak bir sesle konuştu.

“Bir zamanların en güzel şehri, şimdi sadece hayalet şehir...”

Bir şeyler mırıldanan Zess ona iğrenir gibi baktı. Dağ meltemi saçlarını okşarken Rabi, buranın Zess’in doğduğu şehir olduğunu hatırladı. Onun ailesi söylediğine göre iftiraya uğramıştı. İhtiyar Zess’i yanına aldığında daha dokuz yaşındaydı. Rabi onun bu soğuk bakışlarına istemsiz cevap verecek oldu. Ağzını açar açmaz, cümlesini kendine saklayarak sustu.

Zess’in sarı gözleri uzaktaki bir adama tekrar odaklandı. Ve işaret parmağıyla onu gösterdi yanındakilere.

“Şu zavallıyı görüyor musunuz?”

Zess'in gösterdiği deli bir adamdı. Sallanarak yürüyor, olmayan birine bağırır gibi ağzını sürekli açıp kapatıyordu.

“Yaşlı fırıncı... Her sabah taze ekmek almaya ona giderdim. Bir kızı olduğunu duymuştum ama hiç görmemiştim. Kıza hasta derlerdi, o kadar hasta ki korkudan dışarıya bile çıkarmıyorlarmış. Meğer kız gözyaşıymış.”

Zess durakladı bir süre. Elini bir şeyler tutuyormuş gibi hafifçe kıvırmıştı.

“Onu saklamak için her şeyi yapmışlar, saçını dahi boyamışlar. Ancak gözyaşının kaderini bilirsin, saçları boyanırsa, ya da kesilirse, sol gözünün hemen altında, bir damla su gibi bembeyaz bir parıltı belirir. İsmini de buradan alır zaten gözyaşı. Kız sadece bir kere habersiz dışarı çıkmış. Sadece bir kere... O beyaz noktayı görmüşler. Akşam fırıncı eve dönerken ben de yanındaydım... Evin önünde karısının ölüsüyle karşılaştık. Kızını korumak isterken öldürülmüş ve öylece kenara atılmıştı. Kızın kırık oyuncağı, ölü kadının elindeydi. Aynı bu şekilde tutuyordu sıkıca...”

Amber’a istemeden göz attı Rabi. Hiçbir şey işitmiyor gibiydi. Sadece odaklanmıştı. Gerçi kendisi de etkilenmemişti. Ölümler o kadar sıradandı ki artık. Bu rüzgarın enselerinden yavaşça esişi onları rahat bile hissettiriyordu aslında... Zess iç geçirerek devam etti, acı bir gülümseme belirdi suratında. Ne zaman acı çekiyor olsa, sanki hiçbir şey yokmuş gibi böyle gülümserdi.

“Sonra ne oldu... Hah! O adam... Etrafında kimin kızını öldürdüğünü, kimin kahine duyurduğunu bulmaya çalıştı. Delirdi. Etrafındakilere iftira attı. O bir köle. Kahinin kölelerinden...”

Rabi buradaki iftiranın Zess’in ailesine olduğunu anlamıştı. Demek bu yüzden kaybetmişti ailesini. Ailede kimse gözyaşı olmadığı halde, deli bir adamın iftirası tarafından... Zess’in sesi kalınlaştı, besbelli hatırlamak acı veriyordu. Devam etti konuşmaya,

“Burası benim doğduğum şehir... En kötü ve en güzel anılarımı barındıran şehir. Huzura sahip olduğum zamanlar, o iyi insanlar geride kaldı. Artık sadece leş kargaları var. Leşler arttıkça kargalar besleniyor.”
Zess'in sözlerinin ardından Amber cümlenin doğruluğunu savunur gibi devam etti.

“Çünkü başlaması sadece bir kıvılcımdı. İnsanların gerçek karakterinin olduğunu gösterecek bir adım. Devam ettirenler, onlar biziz. İşte bu yüzden hepimiz ölmeyi hak ediyoruz.”

Amber son cümlesiyle birlikte kafasını kaldırdı. Kıkırdıyordu. “Ölmeyi hak etmek...”

Zess’in konuşması ve Amber’ın titreyen sesi ürkütücüydü. Amber gülmeye devam etti. Kendinden küçük olmadığı halde Rabi’nin saçlarını okşadı. Sonra aniden saçlarından çekerek suratını kendine doğru yaklaştırdı. Eli o kadar sertti ki boynunu kırmaya çalışıyor gibiydi. Hızla dudaklarını onun gözünün hizasına getirdi. Arada nerdeyse hiç mesafe kalmamıştı. Gözüne bakarak konuştu,

“Ölüme gidiyoruz da zaten!” dedi Amber, sonra elini gevşetti ve yerinden kalktı. Hayalet görmüş gibiydi. Biraz daha yükseğe çıktı ve hızla gözden kayboldu.

Rabi bu hareketin gözyaşı izini göstermek için olduğunu çözecek kadar akıllıydı. Aklında bu kadının güzel dudakları kalmıştı. Ve perçeminin gizlediği hafif bir pırıltı... Rabi yine de şüpheye düştü. Sonuçta yüzünün sol tarafında mühürler de vardı. Belki de yanlış görmüştü.

Zess onu seyrederken eğleniyor gibiydi. Sırıttı “Nihayet gördün mü?”. Rabi sadece kafasını önüne eğdi. Zess sorusunu yineledi.

“Güzel kız... Sen ne düşünüyorsun? Yanıma yakışır mı dersin?”

Rabi kafasını kaldırmadı bile. Zess yakışıklıydı ve evet, Amber da fazlasıyla güzeldi... Kayıp gözyaşı yani kayıp varis... Ve hep birlikte krallığın en güçlü muhafızının yanına gidiyorlardı. Gerçekten ölmeye gidiyorlardı.

Düşüncelere dalışını zevkle izledi Zess... Belki de doğrudan söylemeliydi. Rabi’yse aklına gelen ilk soruyu sordu.

“Onu ne zamandır tanıyorsun Zess?”

“İhtiyarın yanına senden önce gelmişti. Senin yaşlarında yani benden üç yaş kadar küçük. O zamandan beri tanıyorum onu. Bana hayatını borçlu. Kurtardığım birinin ölümünü görmek istemiyorum. Ve evet kim olduğunu-”

Zess’in cümlesi yarım kaldı. Rabi sorusunu soramadan Amber hızla geldi,

“Siz iki aptal tembelliğe devam edecek misiniz? Ama bana sorarsanız peşimizden gelenlerin niyeti pek de iyi değil.” Zess ve Rabi aynı anda birbirine döndü.

“İz sürenler...”
*** 

Yazıtın başındaki bilim adamı yeni gelen Fransız gazeteciye okuduğu yeni kısmı anlatıyordu. Aslında tekrar ediyordu. Bir kere anlatmakla onu rahat bırakmamıştı çünkü. İçinden sövse de elinden geldiğince kibar sorularını cevaplamaya çalıştı.

“Monsieur, siz anlattıkça merak ediyorum.”

“Şuraya bakınız lütfen !” bilim adamının eliyle gösterdiği şey, kabartmalardaki insanların göz bebeklerinin olmayışıydı. Bazı antik heykellerde gözlere, göz bebeklerine rastlanmaz. Çünkü göz ruh demektir ve ruhu Tanrılar verebilir. Bir insan değil.”

“Antik eserler gibi? Mm imposant. Tanrılardan korkarak göz bebeği çizmemek?”

Fransızın tipik burnunu kopartmanın hayallerini kuran bilimadamı devam etti konuşmasına.

“Onlarla benzerliği var ancak buradaki nedenleri biraz farklı. Gözlerin ruhu ifade ettiğine onlar da inanıyorlar. Bu yüzden en çok uyguladıkları ceza, kör etmek... Bir şey daha var sanırım ruhun şekil vereceğine ve canlandıracağına inandıkları için çizmemişler gözbebeklerini.”

Fransız etkilendiğini dudaklarını kemirerek son derece belli ediyordu.

“Korkmuşlar yani. Açıkçası ben de korkardım. Özellikle şuradaki destanın sahibi kadından... Neydi adı hah! Eranor... Oui, ne demiştiniz? Bu ülkenin güneydeki düşmanı ‘Lods’ ırkı. Lodslar şeytani bir varlık olan ‘Drou’ları orduda kullanıyorlar. Ve bu kadın da devasa bir orduyu tek başına yeniyor. Devam edin svp .”

Bilimadamı kafasını salladı onaylar bir şekilde.
“Daha ayrıntılı anlatacağım o destanı size merak etmeyin. Ondan önce çemberi gördünüz mü? Anlaşılan klasik büyü inancının temeli burada da görülüyor. Yani şu bilindik 5 elementin çemberi. Ateş, hava, su, toprak ve ruh... Bu elementlerin aziz ve azizelerinden bahsedilmiş. Burada dediğine göre, bu krallık ilk kurulduğunda dünyanın en güçlü 4 büyücüsü bir yemin etmiş. Krallığa en layık varisi sonsuza dek koruyacaklarmış. Bedenlerini ruh haline çevirmişler. Yarı ruh, yarı insan... Çağrıldıkları zaman, varis tehlikede olduğu zaman ya da varis uyurken görünür halde olabilen ruhlar. Kendi bedenleri yarı ruha dönüşmüş olduğu için gizlenme mührü olmadan gizlenebiliyorlarmış. Aynı zamanda hayvan formunda da olabiliyorlarmış. Mesela burada üçüncü azizin devasa boyutlarda bir köpeğe dönüştüğü yazıyor.”

“Benim en çok dikkatimi çeken noktaysa şu bahsettiğiniz ihanetleri. Kralın kızı gözyaşı olarak doğuyor. Azizler ise kralı bırakıp kızın yanına gidiyorlar. Bebeği varis olarak seçtikleri için krala ihanet ediyorlar. Kral azizleri tekrar istiyor. Kızını öldürecekken, azizler bebeği kaçırıyorlar. İz sürenler bebeğe ulaşamadıkları için ölmüş olduğunu düşünüyorlar. Kâhin de bu durumdan faydalanıyor. Oh! Mon Dieu! Ne senaryo ama .”

Uzun bir destanı özetlemeye kalkmış olması gene bilimadamının hoşuna gitmese de özeti bu şekildeydi. Azizler olmadığı için Kral kraliyet hakkından mahrum kalmış, sarsılan otoritesinden de kahin faydalanmıştı.

“Çok doğru anlamışsınız. Krala ihanet etmeleri, kralın artık taht için uygun olmadığını gösteriyor. Kâhin zaten korkuyla çok büyük bir otorite sağlamış durumda. Kolaylıkla yönetimi ele geçiriyor. Çünkü azizler kaybolduğu için artık kimse krala güvenmiyor.”

“Peki, kral nasıl öldürülüyordu?”

“Kâhin tarafından...”



0 yorum:

Yorum Gönder