17 Aralık 2013 Salı

Ruh Bedene Şekil Verdi Bölüm 2

Bölüm 2
Rabi, o akşam bunun olabileceğini nereden bilebilirdi ki? İhtiyarın yanına vardıklarında abisini yanı başında buldu. Parçalanan etin sesini duydu ve o ihtiyarın yanı başında ölüşünü gördü.
Abisine baktı. Gözünde ilk defa korkusunu gördü onun. Baskına gelenler duyamıyordu, göremiyordu. İhtiyarın son bariyeri olmalıydı bu. Zess hızla yanına yaklaştı.

“Acele et! İhtiyarın bariyeri kırılmadan önce kaçmalıyız buradan”


Rabi düştüğü dehşetten kurtulamamıştı. Hareket edemiyordu. İhtiyara doğru yaklaşmak istedi.

Rabi’yi sağ koluyla durdurdu Zess ve sertçe onun sırtını duvara vurdu. Daha fazla yaklaşırsa baskına gelenler onu hissedebilirlerdi. Kendi elinden zaten hiçbir şey gelmemişti.

“Aptal, görmedin mi? İhtiyarın ne kadar güçlü olduğunu biliyorsun. Onu bu hale getirenler... Onlara benim illüzyonum da etki etmiyor”

“Onu orada bırakamayız.”

Zess elini kestane saçlı gencin göz bandının üzerine koydu.

“O cılız gücünle ne yapacaksın? Diğer gözünü de mi kaybetmek istiyorsun?”

Oradan kaçtıklarında ihtiyarın bariyerleri yavaşça silindi. Eski evlerine son kez baktı Rabi. Son kez görmek istedi.

Akşam olmadan bir başka köye gelmişlerdi. İz sürenlerden uzaklaştıklarından emin olduklarında Zess konuşmaya başladı.

“Rabi... İhtiyar olmadığına göre zihin bariyerin için yeni birine ihtiyacımız var.”

O ise sadece meraklı gözlerle baktı, Zess de devam etti.

“Biliyorsun... Mecburuz.”


Evet, anlamında kafasını salladı kardeşi. Geçmişiyle ilgili bir sorun vardı. Hatırlaması iz sürenlerin yaklaşmasına sebep oluyordu. Çünkü ihtiyar bariyerinin tamamlanması için gerekli olan üçüncü taşı bulamamıştı. İstediği kadar güçlendirsin, hatırladığı anda tazılar kokusunu alıyordu.

O taşı bulmak için Zess bir başka bilgeyi çağıracağını söyledi. Elindeki fırça ile havaya şekiller çizerek birini çağırdı. Üç gece sonra genç bir kadın geldi saklandıkları köye. Simsiyah uzun saçları atkuyruğu yapılmıştı ve yüzünün yarısındaki dövmeleri perçemiyle örtülmüştü. Yüzü dâhil tüm bedenine mühürleri kazıtmıştı. İsmi Amber’dı ve Zess’in çağırdığı bilge oydu.

Amber onlara üçüncü taşın çok nadir olduğunu söyledi. Ancak bir tanesinin korkunç Eranor’da olduğundan emindi. Eranor yarım asır yaşında görkemli muhafızdı. Güney kapısını tek başına koruyan kadındı. Sunak ırmağının en genç yaşta seçtiği muhteşem muhafız...

Eranor’u kandırmak Zess’in illüzyonlarının asla yapamayacağı bir şeydi. Ancak yine de yola devam etmek istemiş, yanında olmuştu. Bu durumu en başta Rabi anlamıyordu. Kendisi Zess için neden önemliydi? Onun varlığı için savaşmasının sebebi neydi? 

Kuzey kapısının altındaki Ezaf şehrindelerdi. Orada dinlenip 3 gün sonra yola devam ettiler. Rabi’nin hafızası zamanla bir şeyler hatırlamaya başlamıştı. Geçmişi, kim olduğu... Elinden geldiğince kendini durdurmaya çalışıyordu. Hafıza sürenlerden kaçmak için kendini tutmalıydı.

En sonunda Düşkesen Dağlarına vardılar. İsminin nedeni olan uğultular, en derin uykuyu bile kabusa çevirirdi. Önlerinde 6 haftalık bir yolculuk vardı Eranor ‘a ulaşana kadar. O gece üçü ilk kez köyden ya da bir şehirden uzak kamp yapacaklardı. Ancak yeni gelen Amber uyuyacakları zaman en uzak köşeye geçmişti. Birbirlerinden bu kadar ayrı yatmak tehlikeliydi. Ani bir baskın sırasında zarar verici olabilirdi.

Rabi Amber’in yanına gitti. Uzakta olmasının tehlikesinden bahsetti. İlgi çekici ve bir o kadar da soğuk bir kadındı.

“Benim için endişelenmene gerek yok. Ben uyuyunca onlar uyanırlar.”

Rabi merakla sordu.

“Kimler?”

“Öğrenirsin. Bana yaklaşmadığınız sürece size zarar vermezler. Ancak bana yaklaşacak olursanız...”

Amber cümlesine şöyle devam etti.

“Ayrıca bu bir tehdit değil, sadece uyarı.”

Rabi daha fazla sormadan kalktı. Bu kadında tuhaf olan şeyler vardı. Bilge olamayacak kadar gençti. Abisinin yanına gitti Amber’ın neden bahsettiğini sordu. Amber uyumuştu. Zess gülümsedi. Eline aldığı küçük bir taşı Amber’a doğru attığında taşın düştüğü yerden korkunç bir hırlama yükseldi.

“Şimdi anlıyor musun Rabi? Onu koruyan şeyler gizleme mührüne sahip. Korkarım ki o köpek çok da küçük değil. Ve dahası orada sadece köpek yok.”

Rabi’nin sadece kafası karışmıştı. Zess bunu dedikten sonra biraz yakınlarındaki yumuşak kumu gösterdi. Bir sürü ayak izi vardı. Rabi dehşete düşmüştü. Bu izler ancak...

***



Sert bir kahve içtikten sonra bilim adamı kendine gelmişti. Krallık hakkında öğrendikleri çok gerçek dışıydı.

Yazıtın bir tarafındaki figürlerde muhafızların nasıl kanatlarını aldıkları yontulmuştu. Sunak ırmağına giden savaşçılar gösteriliyordu. Nereye baksa ölüm çizilmişti. Görsellerin altında bazı açıklamalar vardı. “3 gün beklediler ve nehir onları seçtiğinde, kanatlanıp döndüler. Gücün beğenmedikleri sunak nehrinin ölülerine katıldı.”

Diğer görsellerde ise bazı yeteneklerden bahsedilmişti.

Bariyer çizme görünmez bir kalkan ya da tuzak unsuruydu. .“Sadece üst düzey bilgelerdir, kalkan koyan ya da zihin gizleyen. ” Tuzak amaçlı bariyerler iğnelerle ya da havaya çizilen fırça darbeleriyle yapılırdı. Bu şekilde tuzakların yeri ve sınırları belirlenirdi. İstenilen kişi bu sınırların içerisine girdiğinde bariyer aktifleşirdi. Yetenekte uzmanlaşmış olanlar artık herhangi bir nesne kullanmadan gücünün yettiği kadarıyla bariyerleri oluşturabilirdi. Ancak çok yüksek düzeyde bazı bariyerler mühürlere ya da taşlara gereksinim duyuyordu.

“İllüzyon yeteneği ki ancak doğuştan güçlü olanların elindedir”. Bu yetenek doğuştan kazanılıyordu. Bireye göre değiştiği yazılmıştı.

Mühürler ise eski dinlerden alınmış yazılardan oluşurdu. Bunu yapabilmek için bu büyülere dair yazıya dokunulmalıydı.

“Her feda, her ölüm büyüyü gerçek kılar.” Feda edilen her birey üç türdeki büyüyü de daha güçlendiriyordu. Sunak nehri bu yüzden muhafızlara eşsiz yetenekler veriyordu. Bazı gizli teknikler olduğu da yazılmıştı ama ne olduğu hakkında bir açıklama yoktu.

Astronomi, simya ve büyüde çok ilerlemiş ilginç bir ülkeydi bu. Onun anladığı kadarıyla ölümsüzlüğü ve yüksek gücü bulmak için araştırmalar yapmışlardı. Ve sonunda lanetlenmişlerdi.

Ancak aklındaki sorular çoğalıyordu. Bu krallığın muhafızları kuzeyde ve güneyde bulunuyordu. 6 muhafız güneyin, 9 muhafız kuzeyin bekçisi. Ve 6 muhafızda lanet yüzünden ölmüştü. Krallığın güneyi savunmasız kalmıştı. Kuzeyinde de anlaşılan çok güçlü düşmanlar vardı.

Bu yazıtlar bir günah çıkarma gibiydi. Kaldığı yerden okumaya devam etti.

“Kâhin gene dedi:

“6. Muhafız... Yalan söyledi”

Şehirdekiler merakla baktığında saçları kazınmış muhafızın maskesinin altında beyaz kadın olduğunu gördü. Onu da yakmak için toplandık. Ancak o çok güçlüydü.

O zaman öğrendik güneş kâhinin gücünü.

Uzun taş sütunlara asılı, yanan gümüş kadınlarla doluydu meydan. Güney muhafızını da astık oradaki sütuna.

Gümüş kadını sütuna ellerinden çiviledik. Hepimiz yakmak için hazırdık. Sadece küçük bir çocuk sıyrıldı kalabalıktan. Ağladı sadece o ağladı.

Annesiydi kadın. Gözyaşı değildi. Ancak kimse duymadı sesini, kimse görmedi gözyaşlarını.

Kâhin hariç. Kâhin gördü yasını. Gördü isyanını. Ve kâhin dedi:

“Ben ki güneş kâhini, ben ki kendi iblisini aydınlığa çeviren, ben ki asırlık bilginin saklandığı zihin... Doğruyu sen mi bileceksin?”

O çocuğun başına kâhinin öfkesi geldi. Çocuğun hafızası ve anıları kapandı. Bir gözü görmez oldu. Onu oradan alıp kaçırdılar tanıyanlar. Ve onlar karanlığa saklandı.

Kâhinden daha da korkar olduk. Aramızda fısıltılar dolaştı. Sonra fısıltılar yürek oldu. Yüreklerse isyan. O kadar büyüktü ki korku. Kâhinin isyancılardan teker teker haberi oldu. Meydan yeri mezarlığa döndü. 17 yiğit zincire vuruldu. 17 kadının ayakları kesildi. Sesler ve fısıltılar duruldu. Herkes birbirinden korkar, kâhine itaat eder oldu.

Ve sonra kâhin yine geldi. Ve dedi

“Kurban vermeliyiz. Atalarımızın verdiği gibi...”

Kâhin çocuğu istedi.

Her yerde o çocuk arandı. Hafıza izleyenler ona ulaşamadı. 41 bariyerin 41 sahibi onun yerini çizemedi.

Cezalandırılmaktan korkanlar kendi çocuğunu feda etti. Çocukların kanının aktığı sunak nehrinden birer birer çığlıklar yükseldi. Sunak nehrinin başında toplananlar ebre yılını göremeden lanete yakalandı.

Güney kapısı güçsüz kalmıştı. Güneyden saldırılar arttı. Bunun üzerine kuzeyin en güçlü muhafızı Eranor güney kapısına geçti. Eranor ki kudret demekti. Eranor ki korku demekti. Sunak nehrinin verdiği en büyük kanatlarına sahipti. ”

0 yorum:

Yorum Gönder