BÖLÜM 9
Kaldıkları hanın biraz uzağında temiz
havayı içine çekmek istemişti. Biraz yalnız düşünmek ona iyi gelecekti.
Oturduğu yerin yakınında beyaz beyaz tohumlanmış çiçeği görünce çocuk gibi
sevindi.
Karahindibalar...
Bunları çok severdi Rabi. Eline aldı bir
tane, küçük bir dilek tuttu ve üfledi. Beyaz tüyler havada uçuşurken
aydınlanmak üzere olan gökyüzüne baktı. Sonra sol gözünün sızısını hissetti.
Ağrıdan başı döndü. Aptal olduğunu düşündü. Amber ve Zess’ten uzaklaşmamalıydı.
Kafasını iki elinin arasına aldı ve kendisinden geçti. Bir şarkı duyuyordu
sadece... Yavaşça sesleri takiben görüntüler de üşüşüverdi gözünün önüne.
“Bunu susturamıyorum. Duyduğum hafifçe
mırıldanan bir şarkı. Susmadıkça şiddetleniyor. Ne görüyorum ki?
Doğru ya oradaki... Saya...
Çimlerin üzerinde çıplak ayakla yürüyen o değil mi? Sanki biraz daha olgun, belki otuz yaşlarında. Yaşı ona o kadar yakışmış ki. Saçları neden bembeyaz? Hâlbuki koyu kahveydi benim saçlarım gibi. Geleceğimi mi görüyorum acaba? Yanında küçük bir çocuk var. Ona ne kadar çok benziyor. Bizim çocuğumuz mu? Bir şarkı mırıldanıyorlar, sanki biliyorum. Kafasını çevirdi ama...”
Rabi hem seyirci hem oyuncuydu sanki.
Orada vardı ama yoktu da. Anlamamıştı.
Saya’nın sesi değişti bir anda. Kafasını
hızla çocuğun göremeyeceği bir tarafa çevirdi. Boğazında bir yumru varmış,
gözleri yaşlarla doluymuş gibi bir ses çıkardı. Dönüp bakmadı bile arkasına.
Sanki gözyaşlarını saklamak ister gibiydi. Elindeki küçük bıçakla uzun
saçlarını kesmeye başladı. Üfleyen rüzgârla elinden kurtulan saçları
karahindibalar gibi savruldu etrafa.
Çocuk, elinde büyük bir şeker, onu
kemirmekle meşguldü. Küçüktü ve her şeyden habersizdi. Durdu bir süre annesini
seyretti. Saçlarından uçuşan bir tutam teli havada yakalayıp, incelemeye
başladı.
Rabi onlara yaklaştı. Çocuğun yanına
oturmuştu. Ancak kafasını çevirdiğinde gördü ki küçük çocuk kaybolmuştu.
Kendisi ve Saya vardı şimdi sadece. Saya döndü ona doğru, gülümsedi ama
kirpikleri ıslaktı. Saçlarını tamamen kazımıştı.
“Güzel olmuş mu Rabi?” diye sordu. Rabi,
evet anlamında kafasını salladı ve gülümsedi.
“Rabi bu bizim son görüşmemiz olabilir.
Sana güzel öğütler veremem. Ama sadece şunu bilmelisin, neyin doğru olduğunu
hissediyorsan onu yapmalısın. Bunu aklından çıkarma olur mu? Cesur olacağından
şüphem yok. Seni seviyorum. Senden çok önemli bir şey istiyorum yapabilecek
misin?
Sadece yarın için... Gidebilir misin?”
Rabi dalıp gittiğini fark ettiğinde etraf
çoktan aydınlanmış, güneş iyice yükselmişti. Amber’in yanına gitti. Bu saatte
çoktan kalkmış kahvaltısına başlamış olurdu. Doğru tahmin etmişti, Amber yine
erkenciydi. Bir şeyler hatırladığından bahsetti. Amber hemen yerinden kalktı.
Vakit kaybetmeden bariyerlere başladı.
Rabi garip bir ifade takınmıştı. Aklında
gördüğü şeyler vardı. Sürekli gördüğü rüyalardan sadece biriydi bu. Sonunda
anlamıştı. Küçüklüğünden beri bir ses duyuyordu. Söz vermişti, son güneş doğana
dek o sesin sahibini bulacaktı. Demek Saya idi o. Onu bir daha gördüğünde ne
olursa olsun bırakmayacak ve sözünü tutacaktı. Rüyanın devamında ne olmuştu ki?
Neden geleceğini görmüştü? Neden beyaz saçlarını kesmişti Saya? Aklındaki
sorulara bir yanıt aradı. Ama bir türlü anlam veremedi. Ya diğer gördükleri?
Bunlar hatırlamaktan mı ibaretti yoksa gelecek miydi?
Tüm gücünün silinir gibi akıp gittiğini
hissetti Amber. Bundan nefret etti. Bu bariyerin neden çok zor olduğunu merak
etmeden duramadı. Soracak oldu neydi gördüğü Rabi’nin.
Rabi bir şeyler hatırladığını söyledi.
Emin değildi ama nedense geleceğini de görüyordu. Geçmişini hatırlaması
gerekirken, rüyaları karanlık bir kaderi gösteriyordu. Kendi ölümünü görmüştü
bir seferinde. Bir seferinde büyük sütunlara asılmış küle dönen kadınlar...
Aniden gelen sanrılardı bunlar. Bazen rüyasında bazense aniden gözünün
kararmasıyla üşüşen anlamsız hayaller...
Amber bariyerlerle uğraşırken bir yandan
da Rabi’yi dinledi. Diğer bariyer güçlendirme, yakın zamanda yapıldığı için onu
bayıltmasına gerek yoktu. Ancak bu kadar sık hatırlamaya başlaması onda merak
uyandırmıştı. Bunu tetikleyen bir şey vardı.
Verdiği sözden bahsetti Amber’a Rabi.
Saya’dan bahsetti. Amber dikkatle onu dinlerken anlamaya çalıştı. Azar azar
bariyerin çaldığı gücünü hissetti. Rabi’nin giderek güçsüzleşen halini
seyretti. Kendisinden kat kat daha fazla yoruluyor olmalıydı.
Zess uyanıp aşağı indiğinde, her ikisini
de kahvaltı masasında yarı baygın halde gördü. Hancıya işaret ederek Rabi’yi
odasına götürmesini istedi. Amber’ı ise o taşıdı odasına. Amber ‘ı yatağına
bıraktı ve üzerini örttü Zess.
Yatağı pencereye çok yakın ve ona paralel
bir şekilde duruyordu. Pencereler ve perdeler açıktı. Onları kapatmak için
kalktı Zess.
Pencereyi kapattıktan sonra perdeye
uzandı. Ama tam çekecekken güçsüz bir el hissetti elinin üzerinde.
“Kapatma...”
Amber biri tarafından taşındığının bile
farkında olmamıştı. Ama tek duyduğu birinin perdeyi çekiyor olduğuydu. Yorgun
haline rağmen perdenin sesiyle yerinden kalkmış, elini durdurmuştu Zess’in.
“Kapatma...”
Çocukluğundan beri perdeler açık uyurdu.
Sırf ay ışığı yüzüne vursun diye yapıyordu bunu bir zamanlar. Sonrasında ise
alışkanlık olmuştu.
"Işık rahatsız eder diye
düşünmüştüm."
"Zess... Lütfen, açık dursun."
"Nasıl istersen, küçük hanım."
Zess anlamamıştı. Yorgunluğuna verdi cümle
kuramayışını. Halbuki Amber ona söyleyemezdi, Era yüzünden olduğunu.
Amber küçükken nefret ederdi ışıktan.
Karanlıkta kendini daha güvenli hissederdi. Kabusları ve kötü geçmişi yüzünden
uyumakta çok zorlanırdı.
Geceleri öğrencisinin uyuyup uyumadığını
kontrol ederdi Era. Uyumamışsa bazen azarlar, bazen de kısık bir sesle ninni
mırıldanırdı. Savaşların vurgularını sildiği sert sesini, elinden geldiğince
yumuşatarak mırıldanırdı.
Çok yorgun olduğu bir gece Amber perde
açık uyuyakalmıştı. O gece Era geldiğinde, uyanıvermiş ama öğretmeni kızarsa
diye korktuğundan çıtını çıkarmamıştı. Onun uyuduğundan emin olan Era saçını
hafifçe okşadıktan sonra tek bir cümle söylemişti.
“Ne güzel bir kızım var benim.”
Sırf o sözü bir kez daha işitirim diye o
geceden sonra hep perdeler açık uyumuştu. İlk başlarda ışık onu ürkütmüştü.
Alışamamıştı. Ama her gece perdeler açık yatmaya devam etmişti.
Daha önce de bazen hissederdi, uyurken
ustasının alnına kondurduğu küçük buseleri... Sevildiğinin farkındaydı. Ama
onun için önemli olan “Kızım” kelimesiydi. Daha önce hiç duymadığı o değerli, o
eşsiz kelime.
Zess’e bunu söyleyemezdi. Duygularını
anlayamazdı o. Gecenin bir yarısı kapının örtüldüğünden emin olur olmaz kalkıp,
elini alnına koyup, sırıtmayı bilemezdi. Nitekim Zess de her zamanki gibi
umursamaz bir ifade takındı. Yatağına dönmesine yardım etti.
Sert bir kaya gibi olan o kadının ona
karşı ne kadar farklı olduğunu, hiç kimse bilemezdi gerçi. Yalın ayakla yerde
dolaşırdı küçükken kısa boyuyla. Ustası giderken elbisesinden tutardı.
Gülümsemesi yeterdi anlaması için. Sarılırdı ona o uyuyana kadar. Uyuduktan
sonra da yatağına bırakırdı onu.
Eranor da bilirdi onun diğer
öğrencilerinden farklı olduğunu. Onlarla bir tutamamıştı Amber’ı. Çok büyük bir
evi vardı Era’nın. Çok görkemli bir köşktü. Köşke Amber ilk geldiği günden beri
onun yanından ayrılmamıştı.
Su içerken bile hayran hayran onu
seyretmişti. Balık gibi açtığı dudaklarıyla konuşmasını taklit etmeye çalışmış,
kocaman gözleriyle onu izlemişti. Sabahın erken saatlerinde odasına girmeyi,
onu uyandırmayı adet edinmişti.
“Usta? Usta, usta... Bugün ne öğreteceksin
bana? Biran önce senin gibi olmalıyım, uyan ustaaa!”
Era, karanlık onu ele geçirmeden önce, Yer
dibi Sarayının usta mühürcülerindendi. Normalde öğrenciler mühür öğrenmek için
belli zamanlarda gelir, en fazla iki yıl kalırlardı. Bir yıl kadar Era
ayrılıkçılardan öğrenci almazdı.
Amber iki yılı doldurduğu halde Era onu
Yer dibi Sarayına göndermemişti. Onu almaya geldiklerinde hıçkıra hıçkıra
ağlamış, ustasının bacağını bırakmamıştı. Büyük yeminler etmişti. Asla
gitmeyeceğini, gitse bile bir gün muhakkak geri döneceğini söylemişti. Amber
inatçı bir kızdı. Sevdiği birinden asla vazgeçmezdi. Era da ilk defa bir
öğrenciyi süresiz almak istediğini söylemişti. Baş öğrencisi olarak onu
seçtiğini söylemişti.
Sonra Amber o kadını öldürmesi gerektiğini
hatırladı. Yan döndü yatağında, kıvrılarak cenin pozisyonu aldı. Yorganı başına
çekerken, çenesini ne kadar sıkmış olduğunu hissetti. Titriyordu ve dişleri
takırdıyordu. Zess elini koydu yorganın üzerine. Sonra ateşi var mı diye
kontrol etti. Diliyle dişinin arasında aptal dedi, ne kadar çok çalıştığından
haberdardı. Ateşi yoktu, muhtemelen sadece büyü gücü ve enerjisi bitmişti.
“Ne zamandır antrenmanlarla kendini
zorluyorsun. Güzelce dinlenmeye çalış. Bir kaç hafta sonra Yer dibi Sarayının
aylık sınavlarından biri olacak. Biraz zaman kaybedip birkaç güne orada olmak
sorun olmaz.”
“Çalışmam gerek! ”
“Hayır, sen yeterince güçlüsün. Kendini bu
kadar yormana gerek yok!”
“Neden çalıştığımı biliyorsun Zess... Er
ya da geç bu olacak. İhtiyarın Yer dibi Sarayından uzaklaşmasının sebebini
biliyorsun! Onun yapamadığı şey eninde sonunda benim... Benim görevim olacak.
Bunu Era'yı kurtarmak... Kurtarabilmek için yapmalıyım.”
İhtiyarın Yer dibi Sarayını neden terk
ettiğini ikisi de hatırlamışlardı. O gerçek bir dosttu. Asla ihanet etmezdi.
Emir geldiği halde dostunun ölmesini istememişti. Sunak nehrinin ele geçirdiği
bir ayrılıkçıydı arkadaşı ve öldürülmeliydi. Aksi takdirde tüm gizli yerleri,
kâhinin elinde olurdu. Yer dibi Sarayı ne kadar güçlü korunursa korunsun,
muazzam büyülere sahip rütbelilere karşı bir şey yapamazdı.
Ölmesi gereken kişi, eski efsane ustaların
dördüncüsü ve aynı zamanda ülkenin güney kapısı koruyucusu muhteşem muhafızdı.
Amber’ın ustasıydı. Sarı çemberle ve çift dev orakla tasvir edilen ayrılıkçı
sembolünün taşıyıcısıydı. Eski mühür ustası ve artık düşmanları olan kişi...
Eranor’du!
Üçüncü ustanın, ihtiyara Era görevini
verdiği zaman, Era kanatlarını yeni kullanmış ve ele geçiriliyor olduğu
zamandı. Lodsların ani saldırısı sonrası yasaklı büyüyü, kanatları kullanmıştı.
Sunak nehrinin zehrinin kalbine ulaşmasına izin vermişti. Öldürülmesi artık
kesin emirdi. Tamamen ele geçirilmesi ayrılıkçıların sonunu meydana getirirdi.
O zamanlar her ne kadar güçlü bir savunma olsa da Yer dibi Sarayında, şimdiki
korunmalar, önlemler yoktu çünkü.
Eranor’un tamamen ele geçirilmeden mutlaka
öldürmeleri gerekiyordu. Ancak ihtiyar, yani dokuzuncu usta, arkadaşına
kıyamamıştı. Yer dibi Sarayını, ustaların yeteneklerini, ayrılıkçıların
yerlerini hafızasından silmişti sadece.
Ele tamamen geçirilmeden önce Era kendi
boynunu ona sunmak istemişti. Ancak ihtiyar kesinlikle kabul etmemişti. Bir
yolunu bulacağına, dostunun serbest kalacağına inanmıştı. Gönülden istemişti.
Ölümün onu kurtaracağı fikrine katlanamamıştı.
Yer dibi Sarayında Era’yı ondan daha iyi
tanıyan yoktu. Ustalar arasında bile, dokuzuncu usta kadar o muhafızı savaş ve
teknik açıdan bilen yoktu. Onu sadece dokuzuncu usta öldürebilirdi. O ise
reddetmişti. İhtiyara iki yol sundular, ya Yer dibi Sarayını terk edecekti ya
da yarım bıraktığı işi bitirecekti.
Amber ise sunak nehrinin kemirdiği ruhtan,
artık geriye bir şey kalmadığını biliyordu. Era’yı kurtarmak için... Bunu onun
için yapmalıydı. Zess ve Rabi’ye baktığı her zaman gözlerinde hissediyordu.
Yükünü paylaşmak için yanında duran iki gerçek dost. İhtiyarın kendisi gibi
yetiştirdiği, dostları için her şeyi göze alabilecek iki yiğit delikanlı.
***
“Doğrusu onu buldum bile. Tahmin ettiğim
gibi sadece adımı hatırlıyor. Kim olduğum konusunda ufak bir fikri bile yok.
Yanında bazı değerli parçalar var. Harika... Harikalar.”
Duygudan yoksun bir çift bakış durdu
üzerinde. Saya devam etti konuşmasına.
“Saklı büyü sanırım birisi. Harikulade bir
yeteneği var doğrusu. Kendisini kopyalıyor. Yetmez gibi de bedenleme
büyüleriyle karşılaştığında, dayanıklılık kazanıyor. Ne olduğunu çözmem
zamanımı aldı. Kalbi toy, istediğim gibi.”
Elini suya soktu Saya ve parıldayan
tırnaklarına mutlulukla baktı. Çok güzeldi, suda kendisini biraz izledikten
sonra devam etti,
“Bir tanesi de hırsız bir kız. Temel
elementleri bedenleyebiliyor. Benim büyüm sadece kendi kanıma şekil vermeme
izin verir. Hâlbuki o bir usta gibi kendi bedenini dönüştürebiliyor. Yaşına
göre bunu başarması mucizevî.”
Dikkatini çekmişti. Saya’nın dediklerini
pür dikkat dinlemişti. Ayağıyla Saya'nın yanındaki kelebeklerden birisini
çiğnedi. Eli sakalında usul usul gülümsedi sonra. Aralarına katılacak yeni
dostlarını çok merak ediyordu.
“Saklı büyü demek. İkinci bir beden mi?
Ama bunun olması imkânsızdır? Peki, hırsız dediğin? Büyük bir ustanın öğrencisi
olsa gerek. Element bedenlemek her yiğidin harcı değildir.”
Saya memnuniyetle cevapladı. Kendisi bir
nesnenin bir önceki sahibini görebilirdi.
“Eranor’un hançerlerini çalmış. Demek ki
yetenekli bir hırsız olmalı. Sağ kurtulmayı nasıl başardı acaba. Kadim bir
silahı hiç kimse vermez, hele ki Era...”
***
“Hiç gitmeyeceğim işte! Büyük Tanrılar parçalansa
bile gitmem. Gitmem gerekse bile bir yolunu bulur dönerim. Evet! Döneceğim, her
zaman döneceğim. Usta? Senin gibi olacağım, ne olur bırakma beni...”
Kendine geldiğinde çayı çoktan soğumuştu.
Dalıp gitmiş ve küçük öğrencisini Yer dibi Sarayına götürmeye geldikleri zamanı
hatırlamıştı. Gelenleri hatırlamıyordu, sarayı da. Sadece ufak tefek kırıntılar
kalmıştı hafızasında ve bunlardan biri de o küçük öğrenciydi.
“Demek hep geri gelecektin ha?” dedi.
Sonra zamanı hatırladı. “Bekliyorum. Zaman neredeyse doldu sayılır. Sonumuza...
Az kaldı kızım.” Era dişlerini göstererek gülümsedi.
Kafasının üzerinde yükselen yeşil ışığın
çay kabındaki yansımasına baktı güldü. Fırçasını havada çıkarıp çemberin
üzerinde uzun bir çizgi çekti. Ancak okumaya başladığı anda suratı asıldı.
Haberi almıştı. Geciktikleri için
kızmıştı... Hazırlıklara başlamaya karar verdi. İlginç tuzaklar hazırlamayı
düşündü. Güzel bir sürpriz olacağı belliydi.
“Demek bu kadar yavaş geliyorsun?
Ustasının utanç kaynağı...”
Gizlice halletmek canını sıkıyordu. O
savaşları tercih ederdi. Beklemekten sıkılırdı. Geldikleri zaman için ne
yapacağına karar vermişti. Elini havada hafifçe gezdirip mühürlerinden birisini
duvara fırlattı. Yanan ışığı takiben açılan gizli koridorda ilerlemeye başladı.
İki, üç ay içerisinde gelecek eski öğrencisi ve yanındakiler için güzel bir
mühür hazırlayacaktı. 118 kayıp taş ile imkânsız bir mühür. Sudan mührü...
“Bakalım benim gibi olabildin mi kızım?”
sinsi sinsi kahkaha attı. “Başarabildiysen... Ama bunu yapabilmiş misindir ki?
Umutlarımı boşa çıkartacak ve öleceksin... Ne üzücü bir kavuşma olacak!”
Ruh Bedene Şekil Verdi Bölüm 9