26 Aralık 2013 Perşembe

Ruh Bedene Şekil Verdi ekstra 2

-Azulun yanındaki isimsiz rütbelinin ağzından yazılmıştır.-

Kafamı salladım. Bu ruh halinden kurtulamıyordum. Beni görmüştü. Ancak onun yanında güçsüz olmasam da onu öldürmezdim. Hayır, artık güçsüz değildim. Nehir sözünü tutmuştu, hissediyordum.
Ancak onun bana inanmasını istiyordum.

“Onu isteyerek öldürmedim. Bana… Saldırmıştı.” Uzun kirpiklerin çevrelediği gözlerine bakarak son cümlemi yineledim. Gözleri gökyüzünün açık rengine tam bir tezatlık oluşturacak kadar koyu maviydi ve her cümlemde üzerimdeydi.

“Gerçekten bana saldırmıştı. Ölecektim.”

Onaylamayan bir yüz ifadesiyle yanıma yaklaştı ve konuştu.

“Kendin itiraf ettin bile. Sana saldırdı ve sen de onu öldürdün. Tabi sunak nehrinin sana hediyesini de geri çevirmek istemedin değil mi? Belki de saldıran kişi o bile değildi. Çünkü o zaten rütbeli seçilmişti. Sana saldırmış olsaydı onun yerine sen ölmüş olurdun.”

17 Aralık 2013 Salı

Ruh Bedene Şekil Verdi Bölüm 14



14. Bölüm

İkisinin çoktan ölmüş olması gerektiği üç bunak, rütbelinin yarattığı sınırların dışarısında koyu bir muhabbete dalmışlardı. Uzunca bir sürenin ardından tekrar görüşmüş oldukları muhabbetin seyrinden de anlaşılıyordu. Birinci, üçüncü ve dokuzuncu ustalar; Zess’in dedesi olan dokuzuncu, Tanrının gözlerine sahip olan ve Azul tarafından öldürüldüğü sanılan üçüncü ve ketum, otoriter tavırlarıyla uyuşan yaştaki birinci efsane usta…

Tanrının gözleri çoktan içeride olan biteni görmüştü bile.

“Zess tahminimden fazla bizim ihtiyara benziyor.”

“Torunumun bana seslenirken kullandığı sıfatı, kendi adımdan çok duyar oldum. Eh neyse… Bana mı benziyor dedin?”

“Evet, biraz önce o da öldü.”

Ozanların Şarkısı Bölüm 4



Bölüm 4


Geniş duvarları ile ihtişamlı mimarideki kütüphanede ilerliyordum. Adımlarım her zamanki gibi sakindi. Gideceğim kısım çoğu insanın var olduğundan bile haberi olmadığı gizli odaydı. Oda demek yetersiz kalırdı. Devasa bir salon daha doğruydu. Penceresiz, bodrumda ve ilginç aydınlatmaya sahip eşsiz bir salondu. Nedense insana azim aşılıyordu. Eşsiz kitapların eskiyen sayfalarından gelen hoş bir kokuya sahipti. Buradaki kitapların bakımı tamdı. Çürümeleri mümkün değildi. Sadece zamanın azizliğiyle yıpranmış kenarları vardı, o kadar.


Ahşap bir manzaradan geçiyor gibi hissediyordum. Oymalar, desenler ve kitapların özenli ciltleri güzel bir manzaraya neden oluyordu. Etrafta birilerinin olup olmadığını merak ederek çevreme bakındım. Cebimdeki mühür büyüsüyle donatılmış kâğıt parçası emrimle gökyüzünde dağıldı. Elimi dudaklarıma götürdükten sonra ıslık benzeri kısık bir ses çıkardım. Mat bir yeşil renge sahip ışık kümesi belirdi önümde.


Bu ışığı bir tek sahibi olan ben görebilirdim. Bir de özel ailelerden birine ait gücü kullananlar görebilirdi. Bir Tanrının gözleri denen büyüye sahip aile bunu çok rahat fark ederdi. O büyüyü sır gibi saklayan aile aslında pek çok gizliyi de bilirlerdi.


Bazı büyüler araştırmalarla bulunmuştur. İnsan ya da hayvan kanıyla beslenenlerine kadar çok farklı geçmişi olan bazı büyüleri sadece asil aileler bilir. Ailevi büyülere saklı büyüler denmiştir. Bu tip büyüye sahip olmak büyük bir sorumluluk istemektedir. Çünkü aile sırrını saklamak, büyüyü çıkarsız kullanmak ve böylelikle aile şerefine sahip çıkmak zordur. En güçlü saklı büyü ise Kraliçenin Hizmetkârıdır. Bu büyü şeytanlıkla doludur. Hüzünlü de bir efsanesi vardır.


Krallığımızda ilk zamanlarda tahtın iki ailesi varmış. Birbirlerine soy olarak uzak ancak bir o kadar da asil bu aileler ülkenin adaleti için birlikte kararlar alırmış. Dört aziz bu ailelerden birindeki varisi seçerken, diğer ailenin varisi de yönetimde rütbeliler odasında yer alırmış. Ancak bir gün azizler tarafından seçilmeyen diğer aileye iftira atılmış. Düşmanlarının kıskançlıkları yüzünden ihanetten yargılanmışlar.


Ceza olarak da kraliçeyi ve onun soyunu korumakla görevlendirilmişler. Gururlu aile için bunu kabul etmekten başka bir seçenek yokmuş. Kanları ile verdikleri sözlerinde durmuşlardır. Görevlerini başarı ile yerine getirmek için de büyünün tüm insani yönlerini çalmasına izin vermişler. Zamanla aklansalar da sözleri devam etmiş. Bedenleri hayvanlaşmış ve itaat ettikleri tek kişi aynı soya ait kraliçe olmuş. Zamanla bu kraliçenin saf kanını taşıyan tek bir kadın kalmış…


Büyüleri öyle işsizmiş ki zamanla o aileyi taklit eden büyüler ortaya çıkmış. Bir ölünün gözleri büyüsü gibi güçlü ailelerin öğrendiği büyüler... Ailenin kutsal saydığı hayvan timsahmış. Timsah görünümündeki ruhun mutsuzluğu insan bedenlerine dokunmaktan, parçalamaktan çekinmezmiş.


Ancak bu tek kanı taşıyan prenses onları azat etmek istemiş. Haksız yere evcil bir hayvana dönüşen aileye acımış. Simsiyah bir süvari ve elindeki zincirlerle tuttuğu siyah timsahlar ilgisini çekmiş. Gönlüne yenik düşen prenses merakla insan hallerini incelemiş. Bu güçten mahrum kalmak istemeyen kral prensese tek bir yol sunmuş. Ya kalacak ya da aile ile birlikte sürgün edilecekmiş. Sürgünü seçen prensesten bir daha haber alınamamış.

Daha sonra tahta layık olduğunu ve onların soyundan geldiğini iddia edenler olmuş. Büyük bir isyan olmuş. Halk sarayın kapısında hakkını aramış. Haklarını isteyenler için bir meclis kurulmuş. Bir tertip düzenlenmiş, o dönemin adil kralı tarafından. İki prens adayı yarışacak ve güçlü olan tahta layık olacakmış. Nonuin tertibi denilmiş adına, adalet demektir nonuin. Ancak öyle bir kanlı savaş olmuş ki iki aday da rütbeliler de yok olmuş. Bir daha bu olmasın diye meclis artık gizli bir göreve başlar olmuş. Bu görev tüm taht isteyenleri, azizler tarafından seçilen hariç yok etmekmiş.

Adaletten adını alan nonuin meclisi... Ölüm gibi benzer bir kelimeyle anılır olmuş. Emrimle dağılan yeşil ışık çok geçmeden döndüğünde ileride bir başkasının olduğunu göstermişti bana.

Işığın sesi yoktur ancak gözleri vardır. Duyguları dahi gören gözleri… Kokusu, büyüsü ile tanıdık kişi Hisuar’dı. Ancak neden buradaydı? Ona doğru yaklaşmaktan kendimi alıkoyamadım. Geliş amacımı dahi unutmuştum. Sadece ona odaklanmıştım.


Adımlarım ona yeterince yaklaştığında aramızda sadece bir raf vardı. Gözlerime dahi bakmadı. Elindeki kitaptan ayırdığı gözlerinde mutsuzluk vardı.


“Adam mutsuzdu. Adam âşıktı. Son kan onu büyük bir istekle arzularken onun verecek bir cevabı yoktu.


Atalarımın kanla verdikleri söz senin dahi bozamayacağın bir şey olsa da günaha ortak olmakta kararlı mısın? Dedi kadına. Kadın yaklaştı.”


Almud’un kitabından bir kısmı okuyordu. Burada onunla yalnızdık. Devam ettirmeli miydim cümlesini? Devam etmemi mi istiyordu? Son kanın yani prensesin, hizmetkârına aşkını anlatan bölümü okuyordu.


“Hatırladığını söylediğin sürece, yaşadığım sürece, ölsem dahi mezarımdaki kayıp ruhun sana ait olduğunu bildiğin sürece…”


“Ve kadın korktu. Ama aynı zamanda sevdiğinin özgür olmasını istedi.”


“Yeniden insan olduğunu görmek istedi. Asla onunla olamayacağını bilse de mutlu olmasını istedi.”


Bana demek istediğini anlıyordum. Kral belki de onun benimle olmasına asla izin vermeyecekti. Kedere boğulmamdan önce vazgeçmemi mi istiyordu. Ancak aynı zamanda o son kanın hiç vazgeçmediği gibi ısrarla uğraşmamı da... Nasıl vazgeçerdim? Bunu benden bekliyor muydu ki?

Ozanların Şarkısı Bölüm 3



Bölüm 3


Büyü… İlk büyünün ne zaman insana bulaştığına dair birçok söylenti var. Ancak bu öykülerden sadece bir tanesi doğru…


Eski zamanlarda insanlar henüz sayıca az iken bir peygamber varmış. Tanrısı tekmiş. Elinde ceylan derisi bir kitap varmış. Doğaüstü yetenekleri insanların iştahını çekmiş. Büyük gücü gözlerini kamaştırmış.


İşte o zamanlar atalarım gök ruhları ile anlaşmış. Peygambere güç veren o kitabı çalacaklarmış ruhlar. Ancak ruhlar kendi aralarında da bölünmüş. Bir kısmı bunun yasak olduğunu söyleyerek insanları uyarmış. Diğerleri ise bu güce karşılık bir bedel istemiş. Atalarım gözü kapalı kabul etmiş. Peygamberin kitabı için ruhlar geldiğinde peygamber onları elinden geldiğince uyarmış. Ancak ne ruhlar ne de insanlar dinlemek istememiş.


Bunun üzerine gök ruhları lanetlenerek gök şeytanlarına dönüşmüş. Kutsal güzelliklerini kaybederek çirkinleşmiş. Gölgesi soğuk bulutlar onları çevirmiş, öfkesi ağır fırtınalar onları gizlemiş. Bir şeyi unutamamışlar o da insanlara olan nefretleriymiş. Adak istemiş gök şeytanları. Ancak bir tane değil. Her insandan birer tane…


Adaklarını sunmaları için dahi beklememişler, çalmışlar her seferinde. Her büyüye dokunmak isteyenden ya da her atası dokunmuş olandan. Bu yüzden her birimiz borcumuzu bir şekilde öder olmuşuz.


Haberimiz dahi olmadan kaybettiğimiz şeyler olmasının sebebi de bu efsane işte. Büyü şifa da veriyor aslında. Bu yüzden ben kurtuldum diyebilirim. Ben küçükken gözlerimi kaybetmiştim gök şeytanlarına. Hisuar ise büyük gücüne karşılık çok daha ağır bir bedel ödedi. Ve Enki… Bunu söylemeye dilim varmıyor.


Ozanların Şarkısı Bölüm 2



Bölüm 2


“Söylesene çalgın hikaye de anlatır mı?”


“Prensesim... Ben.”


“Kadim silahını ve büyüsünü biliyorum.”


Başımı önüme eğdim. Bana doğru çevirmedi gözlerini. Ancak devam etti konuşmasına.


“Sadece merak ediyorum daha fazla ne kadar olabilir bu duygu. Şimdi hissettiğimden fazla olması mümkün mü?”


Bu onun itirafıydı. Benim çalgım ise başka bir itiraf oldu. İkimizin dili oldu, sözü oldu.


Onun dostu olmak, benim için mutlulukla kabul edeceğim bir şey olurdu. Ama sevdiği olmak benim hak etmediğim kadar büyük bir şerefti. Büyümü çok az kullandım ki hemen kalkıp gitmesin yanımdan ama onun bana bakan gözleri her şeyi anlamama yetti.


Ona sarılamadan, onunla daha konuşamadan bir başkasının varlığını hissetti. Görünür görünmez kaybolan bir gölge geldi ve hemen kayboldu. Korkusunu hissettim prensesimin. Ve sonra o kalkıp gitti. Ben ise ölüme çoktan razı doğruldum yerimden. Evimin yolunu tuttum. Evim saraydan çok da uzakta değildi. Ancak birisi yaklaştı yanıma. Hemen tanıdım üstadı.


Ensesinde biten gür, siyah saçları, kızıla yakın rütbeli giysisine sarılmış devasa bedeni ile oldukça görkemliydi 41 bariyercinin baş üstadı Enki. Çok uzun sayılmayan seyrek siyah sakalları çenesinin alt kısmını kaplarken, sivri burnu, geniş köşeli ağzının hemen üzerindeydi. İri, kara gözleri yanlara doğru hafifçe basıktı. Gözaltları her zamanki gibi mosmordu. Ve kendisi benim can dostumdu.


Ozanların Şarkısı Bölüm 1



Bölüm 1



Kralın yanındaki güzeller güzeli kızına bakmaktan alamıyordum gözlerimi. Ben bir rütbeliydim. Bu yaptığım suçtan ötelere giderdi ve bu boynuma mal olabilirdi. Ancak onun benden uzak tutmadığı o cam yeşili gözleri, asla ölmeyeceğimi hissettiriyordu. O kadar merhametliydi ki prensesim, bu zavallı biçareden gözlerini esirgememişti.


Benim adım dilimizde güneş demektir. Hâlbuki o, benim tüm aydınlığımı gölgede bırakacak bir isme sahipti. Hisuar ki ne güzel bir isim. Dilimizde yedi kutsanmış demektir. Derler ki, o doğduğunda yere ve göğe hükmeden yedi tanrı onu elden ele dolaştırmış, her kucağına alan bir yetenek bahşetmiş. Prenses büyüdükçe güzelleşmiş ve tüm büyük kralların düşlerini süsler olmuştu. Yüce efendimizin gurur duyduğu kızı olmuştu.


Yemek masasında kadehler kralın onuruna kaldırılırken ister istemez ona doğru bakarak kaldırdım kadehimi. Hisuar da hayatım boyunca aklımdan çıkaramayacağım bir gülümseme bahşetti.


Ruh Bedene Şekil Verdi Bölüm 13



BÖLÜM 13


“Azul onu da koleksiyonuma katmak istiyorum.”

İri gözleriyle elma yanaklarıyla o kadar sevimliydi ki küçük kız, bunu söylerken amacı her ne kadar kötü olursa olsun komik bir hal alıyordu. Azul, küçük kıza somurtarak konuştu.

“Niye bu sınırların içerisine aldın bizi? Nasıl olsa ölecekler, hangisinden başladığının ne önemi var?”

Küçük kız, yanaklarını şişirmiş, dudaklarını büzmüştü. Sevimlilikten çatlayacak bir şekilde onu cevapladı.

“Efsane ustalar bunlar kadar güçsüz değiller. Hem kaçmalarını istemiyorum. Kumral ve kılıç senin... Eşitlenmiş olduk. İkiye iki... Önce bitiren kazanır.” dedi ve kafasını yana büktü, “Anlaştık mı?”.

Oyun oynuyor gibi kendi kafalarında eşleştirme yapıyorlardı. Rabi oldukça sakindi diğer ikisine nazaran. Amber, onlara bakarak iç çekti.

“Ne acı… Rütbelilerin böyle hilelere başvurduğunu bilmiyordum. İsminize yakışmadı bu tuzak.”

Ruh Bedene Şekil Verdi Bölüm 12

BÖLÜM 12

“Efendim!”

Louis saatine uzunca bir süre bakan bilim adamına seslenmesi gerektiğini düşündü. Bensura’yı anlatacakken aniden duraksamasını anlayamamıştı.

Bir süre bilim adamı gözlerini neredeyse açık olduğu anlaşılmayacak şekilde bırakarak, saatten bahsetmişti. Bensura’yı sonraya ertelemenin daha yerinde olacağını, Louis’e değil de kendi kendine konuşur gibi mırıldanmıştı.

Louis ise evine varsa da o geceyi huzursuz olarak geçirmekle kalmamış, kâbusları ile uykusuna renk katmıştı. Gri veya siyah ağırlıkta renkler... Ürkütücü sarı renkteki tuhaf gözler...

Ruh Bedene Şekil Verdi Bölüm 11


“Ne oldu?”

Zess yer dibi sarayına oldukça yakın bir şehirde iken, Rabi ve Amber’ın yanlarından kısa bir süre için ayrılmak istemişti. Yüzünü örtmek ve tanınmamak için kullandığı kumaş parçasını, hafifçe düzelten Zess, Rabi’nin sorusunu cevapladı.

“Siz gecikmeden saraya ulaşın. Önemsiz bir işim var. Geç kalmamaya çalışırım. “

Onlar saraya doğru yol alırken yüzü mükemmel hatlara sahip genç adam, demircinin evine gelmişti bile. Onu görünce gülümsedi demirci. Selamlaştılar ancak ağızlardan tek bir kelime çıkmadı. Hemen onu içeri alıp, sadece oturacağı yeri gösterdi. Beklemesini işaret etti. Hemen sonra da elinde çaylarla döndü.

Biraz utangaç bir şekilde kızıl çayı ikram ederken konuştu demirci.

“Kusuruma bakma... Çay koyu oldu. Ne zamandır yaprakların tadı yok.”

Ruh Bedene Şekil Verdi Bölüm 10

BÖLÜM 10

“Louis bana on üç rakamı ile ilgili aklında olan şeyleri söyler misin?”

Louis aklındaki her şeyi sıralamaya başladı. Çoğu uğursuzluk ile ilgili şeylerdi. Kutsal kitaplardaki yerinden hurafelere kadar bir sürü şey sıralamıştı. Bilim adamı onu dinlerken sıkılmış olacak ki konuşmasını yarıda kesti.

“Bir şeyi unuttun Louis... Ay takvimlerinde üç yılın birisi on üç aydan oluşur. Çünkü bir sene bu takvimde, otuzar günlük on iki aydan oluşur ve bu durumda artan günler olacaktır. Artan günler üç yılda bir toplanıp ilave edilir. Üç yılın ortasında gelen bir lanet demiştik. Evet, şimdi aklında bir şeyler oturmaya başladı, değil mi? Bu ülkede de lanet senesi, on üç aylık olan senenin bitimiyle başlıyor. Uğursuz sene...”

Ruh Bedene Şekil Verdi Bölüm 9

BÖLÜM 9


Kaldıkları hanın biraz uzağında temiz havayı içine çekmek istemişti. Biraz yalnız düşünmek ona iyi gelecekti. Oturduğu yerin yakınında beyaz beyaz tohumlanmış çiçeği görünce çocuk gibi sevindi.

Karahindibalar...

Bunları çok severdi Rabi. Eline aldı bir tane, küçük bir dilek tuttu ve üfledi. Beyaz tüyler havada uçuşurken aydınlanmak üzere olan gökyüzüne baktı. Sonra sol gözünün sızısını hissetti. Ağrıdan başı döndü. Aptal olduğunu düşündü. Amber ve Zess’ten uzaklaşmamalıydı. Kafasını iki elinin arasına aldı ve kendisinden geçti. Bir şarkı duyuyordu sadece... Yavaşça sesleri takiben görüntüler de üşüşüverdi gözünün önüne.

“Bunu susturamıyorum. Duyduğum hafifçe mırıldanan bir şarkı. Susmadıkça şiddetleniyor. Ne görüyorum ki?

Doğru ya oradaki... Saya...


Ruh Bedene Şekil Verdi Bölüm 8

BÖLÜM 8

Asistan uçuk çıkmış dudağına aceleyle kremi sürerken, bir yandan da koşturuyordu. Doğru dürüst bir iki lokma bir şey bile yiyememişti. Sabahın köründe onu karşılayacak, kahve kokan acımasızın yanına geç kaldığı her bir dakikadan korkuyordu. Bir yandan da homurdanıyordu. “Sabahın altısı be adam! Bu saatte ne işim var benim? Güzel ya da büyük olmasına gerek yok, ufak bir kahvaltı için bile ölebilirim.”

Doğrusu bilim adamına öfkesi bir yana hayranlık duymaması da elinde değildi. Kendisine göre yaşlı olmasına rağmen o bilim adamı daima dinçti, dikkatliydi. Her zaman, hatta en kirli yerlere bile girse üzerinde tek bir toz olmadan, dahası kıyafetlerinin ütüsü bile bozulmadan çıkan biriydi. Zaman zaman aksi olsa da bazen sıcak davranmayı ve gönül almayı beceriyordu. Orta yaşlarda bu görünümde olması da ilginçti. Yanından ayırmadığı sigarası ve kırlaşmış saçlarına rağmen düzgün, dinç bir beden... Gençken epey gösterişli biri olmalıydı. “Genetik... Bazı insanlara, Tanrı fazla cömert oluyor “dedi asistan elinde olmadan.

“Efendim... Günaydın efendim.” Dedi nefes nefese.


Ruh Bedene Şekil Verdi Bölüm 7

BÖLÜM 7

Amber han odasının penceresinden bakma gereği duydu gecenin bir yarısı. O güzel Çingene kızı neden kıskanmıştı? Düşüncelere dalmak üzereyken bir karaltı fark etti. Perdenin arkasına saklanmak istese de onun tarafından görünmüştü. Camın diğer tarafında kumral bir genç, uzaklara doğru yavaşça yürüyordu.

Yan odadan ise bir diğer gencin, feryadı andıran sesleri geliyordu. Rabi’nin hatırlaması acı veriyordu ona. Dengesiz bariyerler böyleydi, acıyı katbekat arttırırdı.

Geçmişiyle yüzleşemeyen iki genç... Hatırlamak sadece Rabi için zor değildi. Anılarını kaybetmek belki de daha kolaydır diye düşündü Amber. Adımları açık kahve saçlı gencin ilk defa çaresizdi. “Acaba ağlıyor musun Zess?”

Merak içini kemirdi Amber’in. Hatırladı onunla ilk tanıştığı günü. Ona ilk defa gülümsediği gündü o...


Ruh Bedene Şekil Verdi Bölüm 6

6. Bölüm

Kahin bir gece daha aynı rüyayla uyandı. Aklında yeniden canlanan bir korku vardı. O kör velet! Öldüğünü sanıyordu. Sinirlendi. Nerdeyse yirmi yıldır iz sürenlerin göremediği, ölmüş sanılan kör çocuktan haber gelmişti. İz sürenler bu kadar yılın ardından, küllere tekrar dokunduklarında onu hissetmişlerdi. Baskına ondan habersiz gidilmiş ve başarısız olunmuştu. Bunları düşünüyordu, nasıl olup da onun sadece nadir zamanlarda göründüğünü düşünüyordu. Yerini bulmak için defalarca uğraşsa da onu bir türlü bulamıyordu.

Duvardaki ateş saatine baktı. Mumun bitmesine üç çizik kalmıştı. Sabah olmasına üç saat vardı.

Neden onu küçücükken oracıkta öldürmemişti ki? Neden o kadar yüksek bir büyü kullandığı halde o cılız çocuk ölmemişti?


Ruh Bedene Şekil Verdi Ekstra

-Amber'ın ağzından yazılmıştır-

En son hatırladığım şey azizenin hançerlerinin yeşil bir ışıkla dağılması olmuştu. Ve gümüşi yeşil, ustamın etrafında dönüyordu.

Yorgunluktan kısa bir süreliğine uyumuştum. Sabah olmasına birkaç saat ancak vardı. Ustam ile beni kurtaran efsane ustalardan dokuzuncunun seslerini duydum. Dokuzuncu neden gelmişti bilmiyordum. Her şey yolunda olmalıydı. Lodsları yenmiştik, öyle değil mi? Kapı aralığından onlara fark ettirmeden izlemeye başladım.

Dokuzuncunun her zamanki şefkat dolu ses tonu beni çekiyordu. Ancak çok ciddi bir şeyler konuşuyor gibiydiler. Sessizce dinledim.

“Demek kayıp varis ha? Bu durumda tahta aday hayatta olan iki kişi var.”

Ruh Bedene Şekil Verdi Bölüm 5

Sigarasından bir nefes daha çeken bilim adamı endişeyle ilk yazıta bir kez daha baktı. Zavallı kadın... Vazgeçilen kadın... Kendini feda ettikleri, onun öğütlerini dinleyeceklerine, şeytanın diz çöktüğü sunak nehrine itaat ediyorlardı. Ve kendi günahlarıyla tekrar lanetleniyorlardı. Boş yere harcanmış bir hayat...

Mavi dumanlar başının üzerinden yükselirken, bir kez daha okudu kadının son sözlerini.

“ “Bu köyü korumak için feda edeceğim bedenimi ve ruhumu. Sizin günahınızı üstleneceğim.

Ancak parçalarım duracak burada. Hayat verecek başkalarına. Onlar ölene dek yaşayacaksınız sizler.

Her seferinde yeniden doğacak parçalarım... Bana hayatlarınızı borçlu olacaksınız... Gün gelince alacağım her kaybettiğim yaşamı sizden.”

Masumiyeti ve kaderi ağlattı gökyüzünü. Bembeyaz bir kar yağdı gökten. ”

Ruh Bedene Şekil Verdi Bölüm 4

Bölüm 4

“Siz iki aptal tembelliğe devam edecek misiniz? Ama bana sorarsanız peşimizden gelenlerin niyeti pekte iyi değil.”

“İz sürenler...”

“Sabahtan beri huzursuzdum. Yolumuzu değiştirmemiz gereki-yor-” Amber sözünü güçlükle bitirdi, titremeye başlamıştı. Zess’in suratına gülümseme yayıldı. Aptal kelimesi... Rabi neden olduğunu bilmiyordu ama Zess oldu olası bu kelimeden nefret ederdi. Canı sıkıldığında yanındaki dostu ya da düşmanı olması hiç umurunda olmazdı.

Ruh Bedene Şekil Verdi Bölüm 3

BÖLÜM 3

“Şimdi anlıyor musun Rabi? Onu koruyan şeyler gizleme mührüne sahip. Korkarım ki o köpek çok da küçük değil. Ve dahası orada sadece köpek yok.”

Rabi’nin sadece kafası karışmıştı. Zess bunu dedikten sonra yumuşak kumu işaret etti. Bir sürü ayak izi vardı. Rabi dehşete düşmüştü. Bu izler ve köpek hırlaması?

Kraliyet ailesini koruyan azizlerin gizlenebildiğini duymuştu. Varis tehlikedeyken ortaya çıkıyorlardı. Bu iz azizlere aitse, Amber bir gözyaşı olmalıydı. Kayıp varis bir gözyaşıydı çünkü. Ama Amber’ın simsiyah saçları vardı. Gözyaşı parıltısı da görememişti. Neler saçmalıyordu. Farklı bir çağırma büyüsü ya da gizli koruma büyülerinden biri olmalıydı. Zess, kıkırdadı. Rabi’ye hiçbir zaman bir şeyi tam olarak açıklamazdı zaten. Küçük bir eğlenceydi bu onun için.

Ruh Bedene Şekil Verdi Bölüm 2

Bölüm 2
Rabi, o akşam bunun olabileceğini nereden bilebilirdi ki? İhtiyarın yanına vardıklarında abisini yanı başında buldu. Parçalanan etin sesini duydu ve o ihtiyarın yanı başında ölüşünü gördü.
Abisine baktı. Gözünde ilk defa korkusunu gördü onun. Baskına gelenler duyamıyordu, göremiyordu. İhtiyarın son bariyeri olmalıydı bu. Zess hızla yanına yaklaştı.

“Acele et! İhtiyarın bariyeri kırılmadan önce kaçmalıyız buradan”


Ruh Bedene Şekil Verdi Bölüm 1

Bölüm 1

“Yazıtı yazanın adını bilmiyoruz. Kim olduğunu da hakeza... Bu yazıtta kendini feda eden bir kadından bahsediyordu. Ve dayanabileceği kadar dayanmasının sebebi yok olmak üzere olan bir krallık. Ama devamında onun hakkında daha fazla bir şey demiyor”

 “Neler yazıyor ki devamında?”

 “Çok eksik... Fazlasıyla zarar görmüş... Ama sağlam kalmış yerler, bir lanetten bahsediyor. Okumamı ister misin?”

Yanındaki gençten fısıltı gibi bir “evet” cevabı gelmişti. Bilim adamı ondan alacağı cevabı beklemek niyetinde değildi gerçi. Her zamanki gibi bakışları yazıtın okunması zor olan yerlerinde odaklanmıştı.

 Orta yaşları biraz geçmiş, yüzünde mutsuzluğunun kırışıkları artık belli olan bilim adamı, elini yavaşça yazıtta gezdirdi. Kalbine ilginç bir his doldu. Daha önce de her okuyuşunda içine oturan aynı o tuhaf his... Sadece bir kâhinin sözüyle öldürülen gözyaşı kadınlar... Ne acıydı. Okurken istemeden kanattığı dudağına elini dokundurdu ve yazıtı tercüme etmeye devam etti.

 “Atalarımın yaptığı büyük bir suç üzerine lanetlendik bizler ve bizden doğanlar. Hepimizin gözlerine keder, etine acı, nefesine kül çekildi. Toplu ölümler 110 yıl sürdü. Sonra bir bilgenin verdiği isimle gümüş gözyaşı denilen, bir beyaz saçlı kadın daha doğdu bir köyde. Adı gibiydi keder dolu öyküsü, arkasından yakılan ağıt gibiydi.

 Onun ölüm yılı dolunca nedense lanet onu yok edemedi. Ancak ölümlerin sürmesi üzerine bir kâhin geldi o köye ve tüm laneti durdurmanın yolunun bu beyaz kadını öldürmek olduğunu söyledi.

 Tüm krallık buna inanmış gibiydi. Hâlbuki kraliyet ailesinde de beyaz kadın çoktu.

 Onu gökyüzünün tunçtan bir renk aldığı akşamda yaktık. Renk ayının 16sı Cuma gecesi. O yanarken kâhine yaklaşarak ağabeyim gördüğü rüyasını anlattı.

 Rüyasında onun yanmasını izleyen herkes kör oluyordu. Kâhin ve tüm köy onu orda bırakarak ayrıldık ve ertesi sabah halen daha ateşin yandığını hayretle gördük.

 Ateş tam 3 gün 3 gece durmadan yandı. Nefesimiz dumana alıştı. Ancak lanet durmadı. Aralıksız devam etti ve krallıkta 37 yaşına gelen herkes ölmeye başladı. Ölümlerden artık bezsek de gidemezdik hiçbir yere. Lanet devam edecekti.

 Kâhin belirdi bir başka gece ve dedi ki “Gözyaşları var bu ülkede. Eğer ki onlar giderse, eğer ki onlar ölürse bitecek bu işkence.”

 Herkes inandı onun masalsı sözüne. Bilgeler bile inanmak istedi, güneş kâhine.

Umut nefreti doğurdu, kâhin çalgısını eline aldı. Atalarımızın yazgısıydı. Bu ülkedekiler dışarı çıkamazdı. Sözler söylemişti. İşlenen günah üzerine burada neslimiz devam etmiş ve ölüm süregelmişti.

 Anlattı bize atalarımızın günahını kâhin elinde çalgısı. Derdimize derman olamasa da bu dindirdi bir müddet sızımızı.

 Krallıkta ona inananlar ve beyazları gördüğünü iddia edenler de arttıkça arttı.

 Her ev komşusundan bahsetti... Denildi ki,

 “Onlar laneti yayanlar. Onlar lanetin üzerimizde durmasının sebebi. Onlar sakladı beyaz kadını”

 Ve böylece inanış devam etti. Her yerde gözyaşı kadınlar arandı. Arandıkça bulundu, bulundukça öldürüldü. Ancak lanet son bulmadı. Güz yılları geldiğinde 16 aylıklar ölmeye başladı. Gecem yılları geldiğinde 7 yaşındaki çocuklara geçti lanet. Ve bu böyle devam etti. Her vakit geçtiğinde başka bir yaştaydı ve o yaşı kasıp kavurmaya başladı.

 Ansızın kâhin yeniden çıkageldi. Seher yılları yakındı ve havalar ısınmaktaydı. 25 yaşındalar öldü ki güney kapısını koruyan 6 muhafız da o yaştaydı. Ancak onların sadece beşi öldü.

 Kâhin dedi:

 “Güneyin altıncı muhafızı... Yalan söyledi”

 Şehirdekiler merakla baktığında saçları kazınmış muhafızın maskesinin altında beyaz kadın olduğunu gördü. Sol gözünün altında sakladığı gözyaşı izi vardı. Onu da yakmak için...”

 “Sonrası? Sonrasında ne yazıyor”

 “Üzgünüm buradan sonrasını okuyamıyorum. Başım çok... Çok ağrıyor...”

 “İyi misin?”


-Yazıtın geçtiği tarihten yaklaşık 10 yıl sonrası-

 Ölümün ruhları tutsak ettiği bir gecede öldürme arzusuna sahip iki genç, kuzeyin güçlü muhafızlarından birini acımasız bir tuzakla yakalamışlardı. Ancak kadın çok güçlüydü ve gençlerin eğlencesi sönmüştü.

“Madem eğlenemiyoruz o halde daha sıkıcı bir yoldan öldürelim”

Bunu diyen zalim olanı, elini alnına dokundurdu. Muhafız gülümsemeye başladı. İki genç de ne gördüğünü biliyordu.

 “Onun elinden ölmek. Bu benim için oldukça güzel bir hediye. Onun bana bakışları her zaman ölümü hissetmeme sebep olmuştu.

 Ama şimdi...

 Hayır... Hayır, bu istediğim bir şey değil. Ona sarılmak istiyorum ama...”

 Gerçek bu kadar acıydı işte. Kendilerini öldürürken hep düşündükleri dramatik bir sahne ve her zaman aynı düşünce... Sevdiklerinin elinde ölüyormuşsun hissi. Bu çok acımasız bir illüzyondu. Etkilenen kişinin kendini kendi silahıyla öldürmesini sağlayan acımasız illüzyon... Zess’in yeteneği... Sağ elinin işaret parmağını alnından çeken Zess, kardeşine yönelerek konuştu.

 “Onu izlesene... Melek kanatlarındaki kanla o muazzam gücünün silinişini.”

 “Bunu izlemekten nefret ediyorum!” diyerek cevaplayan Rabi'nin yüzünde ilginç bir ifade belirmişti. Zess sarıgözlerini kısarak sordu.

 “Acımıyorsun değil mi?”

 “Bu acıyı tatmasına gerek yoktu. O zaten ölmüştü.”

 “Herkes mutlu bir ölümü hak eder değil mi? Nihayet o da can verdi” açık kahve saçlarına kardeşi dikkatle bakarken sözlerine devam etti “Cesedinin çok güzel görüneceğini biliyordum”

 Rabi ona bakmaktan kendini alamadı. Sapsarı gözleri vardı. İnsanı ürkütecek gözleri artık daha korkunçtu. Lanetin sona ermesi için gerekeni biliyordu. Gözyaşlarının kandamlasına döndüğü kadınlar ölmeliydi. Yine de bu onu tiksindiriyordu. Tek suçları saç renkleri olan kadınlar...

 O gece kaçırdıkları kızla eğlenmek de istemişti yaşça büyük olanı. Sadece lekelenmiş gözyaşı olduğu duyulan muhafız... Kuzeyin üç kapısından birini koruyordu. İkisinin elinde parçalanırken ona da aynı illüzyonla kendini öldürmesini sağlamıştı. Daha genç olanı ise kirlenmemek için kapatmıştı kalbini. Göz yumuyordu. Yummasa başına gelebilecekleri düşünerek...

 Önceden sahte bile olsa bir gülümseme taşırdı suratında ancak yaşlı adam ona bu görevi verdiğinden beri vazgeçmişti bu duygudan. İnsanlar... Böcek sürüsü. Kestane rengi saçlarına sol elini geçirerek masa başında düşündü Rabi. Korkuyor muydu gerçekten Zess’ten bu kadar? Ona ne yapabilirdi ki? Kendisi hiç sevmemişti bu illüzyon onda etkisizdi. Hiç bir akrabası da yoktu. Kendini bildi bileli yanında olan ancak onla hiç konuşmayan o zalim vardı hep yanında. Ağabey diyordu ona. Sadece kim olduğunu bilmediğinden kullandığı bir saygı ifadesi...

 Bir insan yanan bir öfkenin ateşi içine çekerse zamanla o da kararır. Artık duygusuzlaşıyordu. Tek hatırladığı bir kadının yüzüydü ve onu masum tutuyordu. Bir ses ona fısıldıyordu “Neyin doğru olduğunu hissediyorsan onu yapmalısın” ve o kadını arayacaktı. Kimdi neydi bilmiyordu ama o kadını son güneş doğana dek bulacaktı. Ve o güneş kendi cesedinin üstüne doğuyor olsa bile. Ve o gece kendi cesedini ve o kadının kanlı elini gördü rüyasında. Tıpkı verdiği sözdeki gibi... Son güneşin kanla ıslanmış elinde yansımasını gördü.

 “Ne tuhaf rüyaydı. Bu sesler de neyin nesi?”


 Rabi, o akşam bunun olabileceğini nereden bilebilirdi ki? İhtiyarın yanına vardıklarında abisini yanı başında buldu. Parçalanan etin sesini duydu ve o ihtiyarın yanı başında ölüşünü gördü.

8 Aralık 2013 Pazar

Bir Dilek Daha Tutsam



Hayatımda hiç olmadığım kadar mutsuzdum. İlk defa bu kadar gerçekti gözyaşım. Ve ilk defa bu serin ıslaklık acıdan çöken avurtlarıma sığmadı. Kurak toprağa sertçe çalan yağmur kadar sağanak düşse de gözlerimden, bir türlü serinletemedi beni. Öylece bir sel gibi akıp gitti. Ama doğrusu…

Okumak için,
One shot


Başka bir yerden daha okumak isterseniz :D
Bir dilek daha tutsam tff
http://www.turkfanfiction.net/arsiv/viewstory.php?sid=3484&chapter=1

Heyy :)

Yani bu blogu da yayınladıktan bir ay sonra silmiştim. Sonra biraz gezindikten sonra, tabi bunda sınav haftamın da verdiği bir psikoloji de var. Hmm ne diyordum işte dedim tekrar açayım blogu.
Neyse fantastik edebiyatta peöffe nickli yazar, tff de fervor mei sanguis... Heh işte o benim.
Niye peöffe? Bu kadar dandik isim mi olur demeyin. İsim konusunda hep zorlanmışımdır zaten. Sebep şu.. İlk olarak zerre anlamam net zımbırtılarından. Im not assian! Bir de ilk kuklama verdiğim isim oydu. İkincisinin adı Hüsnü. Kuklaları çok seviyorum. Köfteyi andırıyor ve nedense ben bunu sevimli buluyorum.
Geri döndüm. Bu sefer salakça da olsa yazmaya devam edeceğim. Çünkü kabul edelim hepimiz aynıyız. Gözlerimizin görebildiği alan sadece yaşadıklarımızdan şekilleniyor. Haliyle rezil olmamak için elimden geleni yapsam da sonuç aynı olacak. Bir yerde ipin ucu kaçacak ve Bum! Aynı şekilde yazıyor ve deniyor olmak benim dünyamın bir parçası haline gelirse kendimi geliştirebilirim.